Nasıl ve Neden Bebeklerimize Sorumluluk Veriyoruz?
Bir tek önce bir şeyi gösterip sonra da sabırla öğrenmelerini izlemek gerekiyor...
Yani onlara alan açmayı, zaman tanımayı ve SABRETMEYİ öğrenmemiz gerekiyor.
20 Aylıkken Defne kendi ayakkabılarını kendi
giyebiliyor,
21 Aylıkken bütün kıyafetlerini çıkarabiliyor,
22 aylıkken benimle sofra kurabiliyor ya da evdeki tüm bardakları toplayıp bulaşık makinesine getirip koyabiliyor
Ve bunun da sebebi evde sabretmeyi, dökeceğinden, kıracağından ya da yaralanacağından korksak bile ona güvenmeyi ve izin vermeyi zor da olsa öğrenmemiz. Ona bir şey öğretmemize gerek kalmadı. Kendi çığlıklarımızı ve korkularımızı içimize bağırmayı öğrendik, o geri kalanını hallediyor sağ olsun.
21 Aylıkken bütün kıyafetlerini çıkarabiliyor,
22 aylıkken benimle sofra kurabiliyor ya da evdeki tüm bardakları toplayıp bulaşık makinesine getirip koyabiliyor
22 aylık bir bebek için bunların çok da mucize hareketler olmadığını okuduklarımdan yola çıkarak söyleyebilirim
Maria Montessori şöyle diyor
"eğer ona bunu başarması için yeterli zamanı tanırsanız 18 ay
civarı bebekler ayakkabılarını kendi kendilerine giymek isterler ve bunu
öğrenirler"
Ama bu süreç öyle bir günde olmuyor tabii ki.
Bir sabah uyanıp böyle bulmadım çocuğu
Bol bol kapıda dikilme ve sabahları 1 saat erken kalkma ya da geç kalmayı da içinde barındırıyor.
Ya da düşen bardakları, ufak ufları da...
Defne'yle biz daha çok yolun başındayız. Bazı sabahlar, özellikle de geç kalacağımız zaman, alelacele onu da kucaklayıp koştur koştur çıkıyoruz evden. Emre'yle ebeveyn olarak ortak aldığımız çok net bir kararımız var.
Bunu sürekli bir hale getirmeyeceğiz.
Çünkü ebeveynlik tek başına karar alamayacağımız kadar önemli bir mesele.
Çünkü çocuk gelişimi bizim hızımıza uydurulmayacak kadar önemli bir mesele.
Hatta en önemli şey de bu aslında bir bebek büyütürken. Bebek gelişimi
kitaplarını yazanlarla bizim normallerimiz örtüşmediğinden mi bilmiyorum, okurken aklımızda kalan ilk şey olması gerekirken bende çok sonraları oturan ve uyanış yaşadığım bir konu.
Sadece anne baba da değil, bebeğin
bakımı ile ilgilenen ve devamlı iletişim halinde olan herkesin bebekle ilgili, anne ve babanın kurallarına saygı göstermesi gerekiyor. Anne ve babayı, çocuklarının
önünde eleştirmemesi, kararlarını sorgulamaması da çocukların güvenlerinin
sarsılmaması açısından çok önemli.
Normale göre diyorlar. Kime göre
neye göre normal?
Çoğunluksa eğer çoğunluk, yeni nesil anne babalar olarak bizim yaptığımızı yapmıyor net biliyorum.
Çocuğunun 10 yaşına kadar ayakkabılarını giydirmiş bundan sürekli şikayet etmiş ama yapmaya devam etmiş annelik, normal olanı aslında. Annem, annelerimiz çoğunlukla böyle çocuk yetiştirdi ve böyle çocuklar yetişti.
Odanı topla, ders çalış, hadi, giyin, hadi, "anne olunca anlarsın", kaç kere söyledim şu ortalığı toplasana... ve uzayıp gider bu liste...
Hem anneyi hem de evdeki çocuğu
yoran, iletişimi bozan ve işlerin de yapılmasına hiç yardımı dokunmayan kelime “
HADİ”
Ben kendim bir ergenken hiç hoşlanmazdım, annem de muhtemelen bir şey yapılana kadar milyonlarca kere söylemekten ve sonrasında da kendi yapmaktan.
"Odanı Topla"
"Benim odam ve ben dağınık olduğunu düşünmüyorum"
"Benim odam ve ben dağınık olduğunu düşünmüyorum"
"O kadar ütü yapıyorum düzgün
katlayıp koyabilir ve mutlu olabilirsin"
"Kimseye gömleklerimi ütülemesini
söylemedim ki ütülendi diye mutlu olayım"
Ergenlik… Bugün daha gelmezmiş gibi
gelen ama eminim göz açıp kapayıncaya kadar geleceğimiz zaman dilimleri
O zamanları düşünerek şimdiden onun
sorumluluk almasını sağlamalıyız ki ergenliğinde fıt fıt peşinde koşup neyi
yapıp neyi yapmayacağını söylemek zorunda kalmayalım. Bir de neden o kendi
eşyalarını toplamazken ben onun yerine toplamak, onun başında bekleyip
ödevlerini yaptırmak zorunda olayım?
Annem mesela bir kere bizi ütüsüz
önlükle okula göndermedi. Sonuç?
Kimse anneme madalya takmadı
maalesef. Ne çocukları, ne eşi…
Çünkü o bunu biz istediğimiz için
yapmıyordu aslında. Annem diyorum hep anlatırken ama annem benim için yakinen tanıdığım tüm kadınları temsil eden metafor aslında.
O dönem iyi bir anne olmak onun
yaptıklarını gerektiriyordu.
Ne yaparsa yapsın tatmin edemeyeceği
içindeki elalem ne der terör örgütüne farkında olmadan hizmet etmek için yerine
getirilen görevler.
Bugün ki aklımla Kelebek Etkisi gibi geri dönsem, annemin 30'lu yaşlardaki haline, kocaman sarılırdım ona ve
"Anne biliyorum! Ütü yapmak, evi derli toplu tutmak,
çocuklarını okula temiz göndermek kontrol edebildiğin şeyler. Dışarıdan bakıp
seni bunlarla değerlendirecekler ve sana kanaat notunu verecekler, haklısın.
Ama bunlarla mutlu olamayacaksın. O en dibe attığın, düşünmekten ve eyleme
geçmekten çekindiğin, ertelediğin şeyler seni içten içe kemirmeye devam edecek.
Dolayısıyla bırak o elindeki bulaşıkları ve düşün. 10 sene sonra da bu
illüzyonu mu yaşamak istiyorsun? Ne kadar dayanacaksın?" ve
"Hayat senden neler alıp götürecek?"
"Hayat senden neler alıp götürecek?"
Evi derli toplu tutacağım, çocuklarım mükemmel olacak, herkes tertemiz akça pakça, yoksa mazallah elalem ne der, diye diye HARCANAN YAŞAMLAR
İşte bunları görüp anlamak, annelerimize üzülmek ve gördüğümüz olumsuz ve olumlu davranışlardan ders almak...
Emre'yi de beni de ebeveynlikte
biraz daha ileriyi düşünmeye itiyor.
50 yaşımıza 60 yaşımıza geldiğimizde harcadığımız bir yaşamdansa birlikte yaşadığımız, deneyimlediğimiz bir hayat istiyoruz biz.
Bunu anneme söylesem "harcamak ne demek sizinle geçirdiğim her an çok güzeldi benim için, yine olsa yine yaparım" der. Aklında bir sürü soru işareti ve gönlündeki kalp kırıklıklarıyla kızılcık şerbeti içtim de der. Doğrudur da. Diyorum ya başka bir zaman ve başka bir ebeveynlik onunki ve 2 tane ayakları yere basan, kendi sorumluluğu alan kız çocuğu yetiştirmiş. Peki ya kendi hayatı? Sadece annelik midir bir kadını ya da insanı tanımlayan.
Peki ya keyif aldığımız bölümler hayattan. Birlikte gezmediğimiz, yağmurda ıslanmadığımız zamanlar, oturup birlikte resim yapmadığımız zamanlar...
Mesela ben ortaokuldayken annem el işi kurslarına gidiyordu. Salondaki masada dümdüz kumaşın birbirinden güzel renklere büründüğünü hatırlıyorum. Neden bizim de önümüze birer kumaş verip hadi boyayın demediği bir merak konusu bende.
Kulağa bencil gelebilir ama ben "Koşulsuz Ebeveynlik" dendiğinde bunu anlıyorum.
Çocuğumuza ebeveyn olarak sonsuz sevgimizi
ve desteğimizi vereceğiz. Birlikte gezeceğimiz ama ne ona hayatımızı adayacağız ne de onun bize
hayatını adamasını bekleyeceğiz.
Bunun için de sorumluluk almamız, kendimizi eğitmemiz, sonra da Defne'ye sorumluluk vermemiz gerekiyor.
Bütün bunlar için işe karar vermekle başlamak gerekiyor,
❓5 yasında hala ayakkabılarını yerlerde sürünerek biz mi giydirmeliyiz?
❓10 yaşına
geldiğinde hala "çocuğum ayakkabılarını giy" demek istiyor muyuz?
❓15 yasında
odasını nasıl ve ne zaman toplayacağına söylenip söylenip sonunda biz mi
toplamak istiyoruz?
❓18 yaşında
hayatta ne olacağını bilmeden üniversitede hangi okula hangi puanla gideceğini
biz mi seçmek istiyoruz?
❓ Hangi işin
onun için en prestijli olduğuna ne kadar bir maaşın onu mutlu edeceğine?
❓ 30 yaşına
geldiğinde kiminle evleneceğine, evine ne mobilya koyacağına müdahale etme
hakkı mı istiyoruz?
❓hazır olmadığını
düşünüyorsak hangi noktada hazır olduğunu bilecek miyiz?
💜bu soruların tek bir doğru yanıtı yok. Evet-Hayır sorusu gibi görünebilir ama değil. Aslında sadece tercih yapıyoruz. Ve bu tercihlerimiz sonucunda çocuklarımız bir şeyler öğrenerek büyüyorlar...
Eğer biz sabahları 15 dakika 30
dakika kapıda o ayakkabılarını giysin diye sabredersek 20 ay civarında bu sure
10 dakikanın altına düşüyor şu an bunu bizzat yaşıyoruz ama biz ona müdahale
etmeden o arada hazırlanabiliyoruz.
Ona verdiğimiz her karar ve eylemde o bunu başardığı noktada biz ebeveyn olarak özgürleşiyoruz aslında.
Bugün mesela Defne 20 aylık onu giydirdim ve kapının oraya götürdüm ayakkabılarını dolaptan kendi almak istedi tamam dedim aldı ve yere oturdu. Ben gittim, dişlerimi fırçaladım, makyajımı ve saçımı yaptım. O sırada Defne ayakkabılarını giymekten vazgeçti sarı terlikleri elinde yanıma geldi "bunu giycem" dedi "onlarla sokağa çıkamayız. ayakkabılarını giy" dedim. Oturdu terlikleri ters giydi kalktı, yürüyemedi, düzeltti, sonra vazgeçti ayakkabılarını giymeye karar verdi, ben buarada hazırlanmıştım, Emre de Stark'la birlikte dışarı çıkmıştı. Sonra o ayakkabılarını giydi "Bantlarını kapatma mı ister misin?" dedim "hı hı" dedi. Bantlarını kapattık birlikte, evden çıktık, arabaya doğru giderken Emre Stark'la birlikte apartmana girdi biz arabanın yanına gidene kadar yanımıza gelmişti.
Hangi noktada "Anne, Baba ben hazırım 10 dakikadır kapıda bekliyorum" diyecek bilemeyiz ya da belki de hiç öyle biri olmayacak ama biz gerçekten ona "hadi kızım okula geç kalacaksın" demeyeceğiz.
Çünkü istemiyoruz, işte bu da bizi ikinci önemli adıma getiriyor kararlılık.
Bu beni daha iyi anne Emre'yi daha iyi baba yapmadı, yapmayacak. Bundan dolayı ödül almayacağız. 10 sene 20 sene sonra Defne'nin kendi kararlarını alması konusunda hem onu hem kendimizi eğitmiş olacağımız için ona daha rahat sorumluluk verip kendimiz de daha özgür orta yaşlı çiftler olacağız.
En azından umudumuz var.
Anneannemden anneme, annemden bana
miras, kontrol edebildiğimiz her şeyi kontrol etmeye çalışmak.
Şimdi 30 yaşımda düşünüyorum.
Kontrol etmek zorunda mıyım?
Eşimin sabah uyanmasını, işe geç kalmasını kontrol etmek zorunda mıyım?
Ya peki 15 yaşındaki Defne'nin okulunu ya da ödevlerini kendime stres yapmak zorunda mıyım?
Hiç hoşlanmıyordum bir yerlere geç kalmaktan. Aşırı derecede strese giriyordum ve hatta bekletilmekten de. Şimdi bunları yavaş yavaş bırakıyorum. Bir sabah uyanınca bitmiş olmuyor. Ama ihtiyar Duygu yanında iç ses olarak geç kalırsan mahvolursun cümlesini taşımak ve bunu yanındakilere de sürekli yaşatmak istemiyor.
Sadece Defne'yi değil kendimizi de eğitiyoruz aslında bu arada.
Bu zamana kadar bizim de bildiğimiz annemizden, babamızdan geçen bir şey değil bu ebeveynlik ve yetişkinlik tarzı.
Eğer şu halimizle 10 yıl sonraya ışınlansak her 2 kelimemizden biri hadi olur. Şu anda bunun farkında olduğumuz için değiştirmeye de zamanımız var demektir 😂😂
En son önemli adım da burada devreye giriyor.
Tutarlılık
Verdiğimiz kararların birbiriyle olan ilişkilerini de düşünmek gerekiyor. Mesela bir lambanın açma kapama düğmesine basmasına şu an güvenlik nedeniyle hayır demeli miyiz? Ya da Bulaşık makinesindeki bardakları kırma ihtimalini düşünerek onu bulaşık makinesinden uzak tutmalı mıyız?
Gelecekte nasıl bir hayat hayal ediyorsak kuralları ve sınırları belirlerken de bunları ön görmeliyiz "Hayır, Hayır mıdır?" diye sorduğum zaman da bahsetmiştim bu konudan. Koyduğumuz kurallar ve sınırlar birbirleriyle uyumlu ve ortama göre değişim göstermeyecek şekilde net olmalı.
Mesela bebeklerde cep telefonu sağlığa zararlı mıdır?
Evet
Doktorlar cep telefonu ve ekran konusunda ne diyor?
2 yaşına kadar ekran ve telefondan uzak durun
Ama uygulamada ne oluyor?
Eğer yarın sokağa çıktığınızda birinin ona telefon vermesi durumunda engel olamayacaksanız (bu konuda gerçekçi olun lütfen), değişkenlik gösteren durumlar varsa kuralları esnetmeyi değil baştan o kuralı koymamayı tercih etmek en iyisi olabilir.
Telefonu evdeyken yine eline tutuşturmayın ama "Hayır" da demeyin. "Bu benim. Şu an için bununla oynamanı istemiyorum" yeterli ve kolayca tekrarlanabilen bir açıklama olacaktır.
Ayrıca farklı bir zaman dilimindeyiz, onların da bu teknolojiyi öğrenmeleri ve geliştirmeleri için çocuklara uygun oyunlar oynatmak, 3-4 neyse uygun yaş basit kodlama oyunlarıyla tanıştırmak da gerekiyor, uygun çizgi filmler izletmek de gerekiyor bence. Bu konuda favori üçlüm;
2 yaş itibariyle
Sınırlı sürelerle
Yaşına uygun
İnstagramda sormuştum annenizden duyduğunuzda en gıcık olduğunuz cümle neydi
diye
Hepimizin dertleri ortak bırakalım da bari çocuklar için biraz değişiklik olsun :)