Aradığınız Neydi?

26 Ocak 2018

Doğumdan Önce Mutlaka Okumanız Gereken 10 Süper Tavsiye






Doğuma yakın acaip bir telaşa kapılmıştım. 8. aya kadar şu an kolu oluştu, göz kırptı nanik yaptı, şu meyve kadar falan diye takip ederken iyiydi de iş doğumun gerçekten yakına gelmesiyle "E ne yapacağım şimdi ben" hissi de birlikte gelip yerleşmişti bünyeye.


Hele bir de doğum iznine ayrıldıktan sonra evde doğum başlasın diye bir amuda kalkmadığım kalmamıştı evde. Yok yok itiraf ediyorum amuda kalkmak kim ben kim koltuğa bile oturmuyordum adeta düşüyordum artık. Hatta düştüğüm yerden de kalkamıyordum.


İşte siz de böyle bir haldeyseniz bu yazıya hoş geldiniz 😃


Nispeten şanslı bir hamilelik geçirdiğimi düşünüyorum. Hem yakınımda bilgisine ve ilgisine çok güvendiğim yakın arkadaşlarım vardı hem de çok tecrübeli ve hakikaten doğru zamanda doğru bilgiyi veren, gereksiz yere kaygılandırmayan ve fazla fazla bilgiye boğmadan yeterli bilgi paylaşan bir doktorum :)


Hal böyle olunca hamilelik kaygılı bir süreç benden sonra bu süreci yaşayan herkesin de hayatı kolaylaşmalı diye düşündüm.


Bunlar benim hamilelik sonrası ilk dönemimde ki sorunları bir nebze azaltan bilgiler


Dilerim hepsi sizin de işinize yarar

E Vitamini Gücü

Hamileliğin son çeyreğinde memede kabuklanma başlayabiliyor ve biraz rahatsız ediyor insanı.
Bu doğumun yaklaştığı ve vücudun bebeği beslemek için yavaş yavaş hazırlandığı anlamına geliyormuş. Ben bunu doktoruma söylediğimde bana "E vitamini" kapsülleri kullanmamı önerdi.

Bu kapsülleri patlatıp her gün 1 kere kabuklanan bölgeye sürmeniz hem o kabuklanmayı durduruyor hem de doğum sonrası oluşabilecek emzirme yaralarını en aza indiriyor. Ben doğum sonrası sadece en küçük boy lansinoh almıştım onu bile bitiremedim. İlk bir kaç gün biraz acı çekmenin dışında ne bir yara ne bir çatlak hiç bir sorun yaşamadım 

Doğru Emzirme

Doğum yapacağınız hastaneyi seçerken imkanlarınız dahilinde seçiminizi yapıyorsunuz doğru. Peki imkanlarınızın yettiği aralıktaki hastaneleri neye göre seçiyorsunuz?

Biraz bilgi sahibi olmakta fayda var. 

Hastanenin doğuma uygun olması için bir kaç önemli konu var ki bunlardan ikisi;

  • Yeni doğan ekipmanları iyi mi? 
  • Bir emzirme politikası var mı?

Emzirme konusuna sahip çıkan hastanelere girdiğinizde zaten afişlere biraz bakarsanız anlıyorsunuz.
"Bebeklerin 2 yaşına kadar anne sütü alması gerektiğini biliyor musunuz?" sorusuyla başlayan ve emzirme ile ilgili görseller ve başka yazılarla devam eden afişler olur hastanelerde. Bir de hemşire konusu, isterseniz önceden tanışın isterseniz doğum başladıktan sonra, bu süreçte hemşirenin çok önemli olduğunu unutmayın. Hemşirenize emzirmeyle ilgili sorular sorabilirsiniz. Verdiği yanıtlar sizi rahatlatıp tatmin ettiyse ne ala, bebeğiniz ve siz ilk saatlerinizde doğru kişilerle ve güvende olacaksınız demektir. Eğer sorularınızı geçiştiriyorsa "sen şimdi bunu boşver başka ...", ya da sizi rahatsız edip, güvensiz hissettiriyorsa başkasının sizinle ilgilenmesini doktorunuzdan rica edebilirsiniz.

Doğum Sonrası Hastanede 2 Gün Kalmak 

Bu bir arkadaşımın önerisiydi ve bence en iyi önerilerden biri buydu.

İkinci gün işte şöyle hallere girebiliyorsunuz hastanedeyseniz eğer.


Doğum yapmak ve bebeğinizle kavuşmak dünyanın en mutluluk veren olayı, aynı zamanda doğum yapan için aynı şekilde en yorucu olayı da.


Kendinizi bir an için iyi hissediyor olabilirsiniz ama akşam yorgunluğunuz ağrılarınız başladığında hastanedeki hemşireleri evinizin içine toplamak isteyebilirsiniz.


Evdeki kalabalık, pişen yemek kokuları, kargaşa ve karmaşa ve hayatın normal akışı daha yeni anne olmuş sizi fazlasıyla yoracak. Dolayısıyla eğer doktorunuz da izin verirse 2 gece hastanede kalmak size biraz doping etkisi yaratabilir. Bırakın hemşireler gelip 2-3 saatte 1 sizi kontrol etsin. Ziyaretçilerinizin bir çoğu sizi hastanede ziyaret etsin. Herkesin bebeği mıncıklamak istemesine hemşireler sizin yerinize kızsın. Bir de yorgun olduğunuzda hemşireler odadaki herkesi kovalasın 😉

Ayrıca zaten gideceğiniz yer eninde sonunda eviniz. 2 gün olduğunuz yerde ayaklarınızı uzatıp her şeyin yolunda gittiğine şükredip hastane ortamındaki güven hissine sırtınızı yaslayıp uyuyabilirsiniz.

Su = Süt

İlk günler emzirirken mutlaka ama mutlaka 2 1 ltlik cam şişe su ya da siz su diye bağırdığınızda size su getirecek anneniz varsa bir de gelirken yanında Hurma, Anne çayı falan getiriyorsa ya da lohusa şerbeti tabii ki suyu mutfakta unutmuş olmanızın hiçbir önemi kalmaz. Ama herkes gidip evde bebeğinizle tek başınıza kaldığınızda o şişeleri unutmasanız iyi olur.

Çünkü Emzirmek insanı resmen kurutuyor.


Ve sütünüzü arttıracak en önemli şey SU 

bol bol su için o bol şekerli şeylerden olabildiğince uzak durun yoksa benim gibi emzirirken verdiğiniz kiloların çoğunu o tatlılar yüzünden geri alırsınız :)


Süt Sağmak ve Saklamak

Size hamileliğinizin son döneminde biri "Ne biliyorsun belki sütün gelmeyecek" derse derin bir nefes alıp onu olduğu yerde bırakıp uzaklaşın :)

Kalsın olduğu yerde. Sizin yine ilk zamanlar en çok ihtiyacınız olan şey bebeğinizi emzireceğinize olan inancınız ve bebeğiniz ve süt sağma makineleri.


Çeşit çeşit makine var. Ben Manuel bir makine almıştım. Çok uzun süre benim işimi gördü.


Eğer sütünüz az ya da bebeğiniz memeyi reddediyorsa ve sadece sağarak süt vermek zorundaysanız hastane tipi süt sağma makinelerinden kiralamanız daha sağlık olabilir ama eğer her şey yolundaysa ve sadece fazla sütü sağıp buzluğa atacaksanız o zaman manuel bir makine yeterli olacaktır ilk zamanlar.


Eğer bebeğiniz 1 yaşını doldurmadan işe geri dönmeniz gerekiyorsa, elektrikli bir sağma makinesi hayatınızı daha çok kolaylaştıracaktır.


Ben ilk 8 ay manuel Mamajoo marka pompa kullandım ve çok memnundum daha sonra bir arkadaşım bana kendi elektrikli Philips Avent pompasını verdi ve iş yerinde onu kullanmaya devam ettim o da kullanışlıydı. Sadece Philips Avent biraz fazla titriyor ve tabii ki çıkarttığı ses baya yüksek.

Bebeğin yanında sütünüzü sağacağınız zaman en sessiz sakin olanlar yine manueller benden söylemesi. Sanki elektrikli olmazsa olmaz gibi bir algı yaratılıyor da öyle bir dünya yok.

Denemediğim diğer makineler hakkında bilgi vermek istemiyorum ama eğer sizin kullandığınız markalarla ilgili yaşadığınız şikayetler varsa bana mail yazarsanız bir yazı da şikayetlerle ilgili oluştururum biz yandık başkaları yanmasın demiş oluruz.


4-7-8 Nefes Tekniği

Bu yazıyı okuyup nefes teknikleri, meditasyon ya da Yoga yapanların bildiği eminim daha başka güzel bir sürü nefes tekniği vardır.

Ben bunların hiçbirini yapmadığım için bildiğim ve tesadüfen öğrendiğim, hayatımda gerildiğim, uyuyamadığım, hıçkırdığım, az da olsa yürüyüş yaptığım zamanların hepsinde işime yaradı.


4 saniyede burnunuzdan diyafram nefesi alın ve önce karnınız şişecek yani, içinizde nefesinizi tutarken 7 ye kadar sayın ve 8 saniyede bırakın. Doğum başladıktan sonra tüm sancıları bununla atlattım. Ağrılara dayanamadığım noktada da zaten maksimum 30 dakika gibi bir sürede doğum oldu bitti. O kısım biraz bulanık.

Doğum Öncesi İzin Kullanımı

Doğum iznim 32. haftada 37. haftaya kadar çalışmak niyetiyle çalışabilir raporu almıştım ama aldığım fazla fazla kilolar ve sürekli ayaklarımın ellerimin şişmesi ve sancı sandığım kramplar nedeniyle 35. hafta ani bir kararla doğum iznine ayrıldım. Ve sonra ilk bir hafta söylendim. "Boşuna çıktım bu izne ne yapacağım ben kaç gün evde. Doğum iznini sonunda kullansaydım keşke" falan filan söylene söylene geçti. 

2. haftasında kendimi bir şeylerle oyalamaya başladım. Defne'ye bir dönence yaptım keçeden. Kitap okudum, dizi izledim, yürüyüş yaptım, hayatımda geçirdiğim en hiç bir işimin olmadığı dönemdi.


3. hafta bir uyanış yaşadım. Defne doğacak sonra bir daha o bu evden üniversiteye gidene kadar bir daha hiç böyle bir boş anım kalmayacak belki de dedim kendi kendime. Düşünsenize hayatınızın kendi kendinize her şeye rağmen kaldığınız son dönemi. 


Sonra o son 3 hafta nispeten daha az söylenerek geçti. Ve şimdi "İYİ Kİ!" diyorum.

Göğüs Pedleri/Kalkanları

Niye kimse bebekler ağladığında emzirebilen insanların göğüslerinden süt aktığını söylemedi bilmiyorum ama neyseki yabancı bir blogda gezinirken bir annenin başına böyle bir şey geldiğini onun da bunu böyle öğrendiğini ve çok şaşırdığını okumuştum.

Eskiden bir dil bir insanmış şimdi dil bilince bütün dünya oluyorsunuz internet sayesinde.


Bu nedenle göğüs pedleri candır. Islak pijama ile gecenin bir yarısı sürekli üst değiştirmek çok gıcık bir şey. Lütfen Göğüs Pedlerinizi bolca alın. 


Kalkanları ben ilk zamanlar kullandım ama asla içindeki sütü doğru zamanda buzdolabında biriktirip de buzluğa atamadım. O yüzden benim için yumuşak pedler daha iyiydi.

Yorgan ve Yastık Yasak

Ikea'dan yorgan ve yastık aldığımızda üzerindeki 1+ uyarı işareti dikkatimizi çekmişti.

Çünkü o ana kadar hiçbir mağazada bebek battaniyelerinde ya da yorganlarda öyle bir ibare görmemiştik. Biz de sorduk. Görevli bütün yastık yorgan gibi eşyaların 1 hatta 2 yaşına kadar kullanılmamasını öneriyoruz dedi.

Ben de bunun üzerine biraz blog karıştırdım ve yastık, yorgan kullanımının Amerika'da SIDS(Ani Bebek Ölümü Sendromu) sebebi olarak düşünüldüğünü bu nedenle en az 1 yaşına kadar bebeğin yatağında yastık yorgan gibi bebeğin dönmesi halinde boğulabileceği hiçbir eşyanın kullanılmaması gerektiğini okudum.

Biz Defne'ye yastık kullanmaya henüz başladık. Yorgan hala kullanmıyoruz zaten Defne sıcak sevmiyor. İnce bir battaniye ile bu kışı da geçireceğiz. 

Bebeğinizin üşüyeceğini düşünüyorsanız ayaklı tulumlar var özellikle ilk 1 yıl uyku tulumlarını tercih edebilirsiniz.


Bir de fotoğrafa istinaden şunu da eklemeliyim ki bebeğiniz eğer gözetiminiz altında değilse ve kendini kaldıramıyor ya da dönemiyorsa yüzüstü de bırakmayın. Bu da çok büyük risk.


Yanınızda olduğu zamanlardaysa yüzüstü yatmasında bir sakınca yok. Hatta kendini kaldırma refleksiyle boyun ve sırt kaslarının çalışmasını bile sağlayabilir.

Anne Sütü Yaralara İyi Gelmez!

Bebek doğduktan sonra size çıkan her yarada "Anne sütü sür, iyi gelir" dedikleri bir dönem var. 

Dağa, taşa, uçan kuşa iyi geldiği düşünülüyor çünkü.


Yalnız dikkat etmemiz gereken konu sütün içinde çok çabuk bakteri ürüyor olması.


Yani açık yaralara, bebeğin gözüne cildine kesinlikle süt sürmemek, sürülmesi durumda mutlaka temizlemek gerekiyor.

19 Ocak 2018

Umarım "İyi ki Annem Çalışıyordu" Der






Geçenlerde Danone Türkiye ve Kagider'in birlikte hazırladığı "İyi ki annem çalışıyor" kampanyasını gördüm sosyal medyada.

Şa-ha-ne bir proje!  

Üzerine konuşulabilir, nasıl geliştirilebilir öneri verilebilir ama yapılması gerekeni yapıyor olmaları kesinlikle takdir edilesi. 

Eleştirebilir miyiz peki? Her proje gibi illa eksikleri vardır. "Şunun da şurasını eksik düşünmüşler aman bu kadar geç yapmışlar, kampanya lansmanına da kimleri davet etmişler, bunları düşünmüşler de bizi niye düşünmemişler" diye konuşabilir miyiz? Ya konuşmayalım bu sefer eksiklerini. Bir kere de eleştirmeyelim mesela. 

Hadi farklı bir şey yapalım ve bardağı kaşıkla dolduranların yaptıkları işi kepçeyle boşaltmayalım bir kere de. 

Niye mi yazıyorum? 

Projeyi gördükten sonra bir grup çalışmayan annenin haklı(?) serzenişlerine denk geldim instagramda. Kampanyanın "İyi ki annem çalışıyor" mottosu ile çalışmayan annelere kendilerini kötü hissettirebileceğini iddia ediyordu. Bunun üzerine baya düşündüm gittim geldim. Ama yok!! Ne alaka? 

Kampanyanın konusu belli, hedef kitlesi, amacı belli.

 ÇALIŞAN | ANNELERE | DESTEK   !!!!!!!!

Ben hiçbir yerde, çalışmayan annelere karşı bir mesaja denk gelmedim. Çalışmayan annelerin çocukları mutsuz olur, depresyona girer, seri katil olur falan diye bir şey de görmedim paylaşımlarda. Kaldı ki proje mesaili bir işyerinde çalışmayan anneler ve  girişimci anneler de vardı. 

-Mesai saatleri belli olan, ev dışında, verdiğim emeğin ve zamanın karşılığında ücret alan-Çalışan bir anne olarak ben şöyle düşünüyorum çalışmak ya da çalışmamak bir tercih. Maddi ya da manevi çalışmak zorunda olan, çocuğunu evde bakıcıyla/büyük annelerle ya da kreşte bırakan ve işe giden; bundan aşırı derecede suçluluk duyan bir sürü kadın var. 

Bununla beraber iş yerindeki koşullardan dolayı çok zor şartlarda yaşayan, ev işlerine destek alamayan bir de işten gelip evinde mesai yapan bir sürü anne var. 

İşte tam da bu anneler için diyorum ki; iyi ki böyle bir proje var!

Türkiye 'de zaten kadın erkek çok zor şartlarda çalışıyoruz. Bunun yanına kadının hayatta aldığı fazladan sorumluluklar, babaların ebeveynliğe ve evdeki zorunlu yükümlülüklere bakış açısı, maddi olanaksızlıkların ayrıca insanı ruhen ve bedenen yıpratması fazlaca kadını zorlayan süreçler. Babaların daha çok babalık izni alması, kadının yükünün onlara anlatılması(çünkü aslında bu yükü annelerinin ve babalarının öğretmesi gerekiyordu ama cinsiyet eşitsizliği)   ve evde de iş'te de eşit koşullar altında bulunabilmeleri için böyle, bir değil bir sürü kampanya olmalı. 

Sırf bu eşitsiz yükü kaldıramayıp çalışmayı sevdiği halde, işi bırakıp çocuğu ile zaman geçirirken depresyona giren, mutsuz olan anneler de var.

Zaten bu projenin hedef kitlesi de aslında bu anneler. Ben yazıyı okuduğumda " Kaç kişiyle olduğunun bir önemi olmadan biz çalışan annelerin yetişkin çocuklarıyla konuştuk ve annem keşke çalışmasaydı demediler. Sen de eğer çalışmak zorundaysan ya da çalışmak istiyorsan biz burada senin hayatını kolaylaştırmak için bir grup insan çalışıyoruz. " mesajını aldım. İnsan hangi soruyu soruyorsa o cevabı alıyor. 

Çalışmayan anneler evde oturuyor gibi bir iddiam asla yok, keza çalışan anneler de eve gelip hiç ev işi yapmıyor diye de bir şey yok. Hatta bu kampanyadan nasıl böyle bir sonuç çıkarılabileceğini gerçekten anlamadım.

Hani deselerdi ki "Neden iyi ki annem de babam ya da ebeveynlerim değil?" diye gerçekten anlayabilirdim.

Daha önce kendim 2 süreci de Çalışan ve Çalışmayan Duygu olarak tecrübe ettim hatta şu yazıda da bu süreçleri biraz anlatmıştım.

Defne büyüdüğünde hashtag olur mu bilmem ama #İyikiAnnemÇalışıyor desin çok isterim. Bu bizim ilişkimizde bir sorun yaratmasın, onu bırakıp işime gittiğim her gün içimde bir noktada kalan o soru işareti his için ileride "amaaaaannnn boşa kaygılanmışım" diyebilmek gerçekten çok isterim.

Ve hatta "Iyi ki annem çalıştı" ve hatta "Iyi ki anneannem çalıştı"
Yeri gelmişken ben de onların içini rahatlatayim😄


Sonuç olarak da iyi şeylerin destek görmesi gerektiğine inanıyorum ve d
üşünenin, bu konuyu projelendirenin,  çalışan anne olmuş kadıların yanında olanın, eline emeğine sağlık. İş hayatına dönüşü kolaylaştıracak, kadının yükünü azaltacak projelerin devamı da gelir umarım.

Bu projenin taşıdığı amacı görmezden gelen ve bu projeyi eleştirenlerin de erkekler değil kadınlar olması zaten kadınların sosyal ve ekonomik anlamda asırlardır yaşadığı en büyük problem değil de nedir?

Birbirimize olumlu ve yapıcı görüşler sunmaya çalışsak bugün kadınların geleceği nokta çok başka olurdu. Anneler kız çocuklarının eteğinden çekmese, kız arkadaşlar başarılı arkadaşlarını takdir etmeyi öğrense, çalışmayan anne "ben bunu tercih ettim ya da etmek zorunda kaldım ama o çalışıyor ne de güzel yapıyor" dese, çalışan kadın çalışmayan kadının halinden anlasa, bir düşsek birbirimizin yakasından.

Biraz daha az eleştirsek, biraz daha çok empati kursak, biraz daha kaşıkla bardağı doldurmaya çalışana çay kaşığıyla da olsa yardım etsek... 

Hoş olmaz mıydı?

Sevgiler,



Bu yazıyı yazarken de işaret gibi karşıma çıkan Kızılderili Atasözünü de buraya bırakmak istiyorum;

"Biri hakkında karar vermeden önce onun makosenlerini giy ve ay üç defa görünüp kayboluncaya kadar karar verme." Kızılderili Atasözü

16 Ocak 2018

Çocuklarıma Notlar - Zamana Etkimiz




Aristophanes MÖ. 422 yılında Eşek Arıları eserini sahnelemiş. 

Antik Yunanın adalet mekanizmasını eleştirmiş. 

O zamanlar da demagog ve savaştan yana olanlar, yargıçları kendi siyasi çıkarları uğruna kullanmak isterlermiş. Sıradan insanlar Spartalılarla işbirliği yapmakla suçlanır ve insafsız yargıçlar tarafından çok ağır bir biçimde cezalandırılarmış... 

Yargıçlar kararlarını bal mumu tabletler üzerine sivri bir kalemle yazdıkları için Aristophanes eşek arılarının iğnelerine benzetmiş ve bu oyunla Atina halkını aydınlatmak, uyarmak istemiş... 

Tarih bilmek bu yüzden önemli kızım... 

Bak eğer insanoğlu bunca yıl yaşananlara bir bütün olarak bakabilmeyi başarsaydı 2500 yıl önceden bu güne gelen o en net cevabı çoktan bulmuş olurdu... 


Tarihte de gücü elinde tutmak ve yönetmek isteyen insanlar hep aynı... 

Çoğunluk adına karar verirken önce kendi çıkarlarını düşünmüş... 

Koltukta var bir hikmet.
O yönetim koltuğuna oturan, gücü elinde tutmak istediği için değil aslında, o noktadan sonra sahip olduklarından vazgeçmek istemediği için bir kırılım ve sonrasında da çöküş yaşıyor... 

Kaybetme korkusu yani kendini güvensiz hissetme insandaki en ilkel hayatta kalma duygularını ortaya çıkarıyor... 

O korkular iste gün geliyor aklın ve kalbin tüm kontrolünü ele geçiriyor... 

Vicdan ne kadar karşı çıkarsa o kadar susturuluyor, o susturmayla da beyin daha da karanlığa çekiliyor... 

İnsanlık daha çok genç... 

Dünya 4,5 milyar yaşındayken insanlık ortalama sadece 7 ile 10 bin yıl arasında var... 

Yerimiz zamanda ve varoluş noktasında çok küçük olabilir ama bugün yaşadığımız hayatın gelecekte nasıl bir değişime neden olacağını bilmediğimiz için yaptıklarımızın çok önemi var...


Başkaları çaldıklarının, yediklerinin içtiklerinin sorumluluğunu almamış olabilir... 

Sen önce kendinden, sonra çevrende olup bitenlerden ve değiştirebileceğin kadar şeyi değiştirmekten sorumlusun unutma...

11 Ocak 2018

Nasıl ve Neden Bebeklerimize Sorumluluk Veriyoruz?


Bu bıdıklar her şeyi çok çabuk öğreniyorlar...

Bir tek önce bir şeyi gösterip sonra da sabırla öğrenmelerini izlemek gerekiyor...


Yani onlara alan açmayı, zaman tanımayı ve SABRETMEYİ öğrenmemiz gerekiyor.

20 Aylıkken Defne kendi ayakkabılarını kendi giyebiliyor, 

21 Aylıkken bütün kıyafetlerini çıkarabiliyor, 

22 aylıkken benimle sofra kurabiliyor ya da evdeki tüm bardakları toplayıp bulaşık makinesine getirip koyabiliyor 

Ve bunun da sebebi evde sabretmeyi, dökeceğinden, kıracağından ya da yaralanacağından korksak bile ona güvenmeyi ve izin vermeyi zor da olsa öğrenmemiz. Ona bir şey öğretmemize gerek kalmadı. Kendi çığlıklarımızı ve korkularımızı içimize bağırmayı öğrendik, o geri kalanını hallediyor sağ olsun.

22 aylık bir bebek için bunların çok da mucize hareketler olmadığını okuduklarımdan yola çıkarak söyleyebilirim

Maria Montessori şöyle diyor

"eğer ona bunu başarması için yeterli zamanı tanırsanız 18 ay civarı bebekler ayakkabılarını kendi kendilerine giymek isterler ve bunu öğrenirler"

Ama bu süreç öyle bir günde olmuyor tabii ki.


Bir sabah uyanıp böyle bulmadım çocuğu

Bol bol kapıda dikilme ve sabahları 1 saat erken kalkma ya da geç kalmayı da içinde barındırıyor.


Ya da düşen bardakları, ufak ufları da...

Defne'yle biz daha çok yolun başındayız. Bazı sabahlar, özellikle de geç kalacağımız zaman, alelacele onu da kucaklayıp koştur koştur çıkıyoruz evden. 
Emre'yle ebeveyn olarak ortak aldığımız çok net bir kararımız var.

Bunu sürekli bir hale getirmeyeceğiz.

Çünkü ebeveynlik tek başına karar alamayacağımız kadar önemli bir mesele.

Çünkü çocuk gelişimi bizim hızımıza uydurulmayacak kadar önemli bir mesele.


Ortak Karar Vermek Önemli 

Hatta en önemli şey de bu aslında bir bebek büyütürken. Bebek gelişimi kitaplarını yazanlarla bizim normallerimiz örtüşmediğinden mi bilmiyorum, okurken aklımızda kalan ilk şey olması gerekirken bende çok sonraları oturan ve uyanış yaşadığım bir konu. 

Sadece anne baba da değil, bebeğin bakımı ile ilgilenen ve devamlı iletişim halinde olan herkesin bebekle ilgili, anne ve babanın kurallarına saygı göstermesi gerekiyor. Anne ve babayı, çocuklarının önünde eleştirmemesi, kararlarını sorgulamaması da çocukların güvenlerinin sarsılmaması açısından çok önemli.

Normale göre diyorlar. Kime göre neye göre normal?

Çoğunluksa eğer çoğunluk, yeni nesil anne babalar olarak bizim yaptığımızı yapmıyor net biliyorum.

Çocuğunun 10 yaşına kadar ayakkabılarını giydirmiş bundan sürekli şikayet etmiş ama yapmaya devam etmiş annelik, normal olanı aslında. Annem, annelerimiz çoğunlukla böyle çocuk yetiştirdi ve böyle çocuklar yetişti.

Odanı topla, ders çalış, hadi, giyin, hadi, "anne olunca anlarsın", kaç kere söyledim şu ortalığı toplasana... ve uzayıp gider bu liste...

Hem anneyi hem de evdeki çocuğu yoran, iletişimi bozan ve işlerin de yapılmasına hiç yardımı dokunmayan kelime “ HADİ”

Ben kendim bir ergenken hiç hoşlanmazdım, annem de muhtemelen bir şey yapılana kadar milyonlarca kere söylemekten ve sonrasında da kendi yapmaktan.

"Odanı Topla"
"Benim odam ve ben dağınık olduğunu düşünmüyorum"

"O kadar ütü yapıyorum düzgün katlayıp koyabilir ve mutlu olabilirsin"
"Kimseye gömleklerimi ütülemesini söylemedim ki ütülendi diye mutlu olayım"

Ergenlik… Bugün daha gelmezmiş gibi gelen ama eminim göz açıp kapayıncaya kadar geleceğimiz zaman dilimleri

O zamanları düşünerek şimdiden onun sorumluluk almasını sağlamalıyız ki ergenliğinde fıt fıt peşinde koşup neyi yapıp neyi yapmayacağını söylemek zorunda kalmayalım. Bir de neden o kendi eşyalarını toplamazken ben onun yerine toplamak, onun başında bekleyip ödevlerini yaptırmak zorunda olayım?


Annem mesela bir kere bizi ütüsüz önlükle okula göndermedi. Sonuç?

Kimse anneme madalya takmadı maalesef. Ne çocukları, ne eşi…

Çünkü o bunu biz istediğimiz için yapmıyordu aslında. Annem diyorum hep anlatırken ama annem benim için yakinen tanıdığım tüm kadınları temsil eden metafor aslında. 

O dönem iyi bir anne olmak onun yaptıklarını gerektiriyordu.

Ne yaparsa yapsın tatmin edemeyeceği içindeki elalem ne der terör örgütüne farkında olmadan hizmet etmek için yerine getirilen görevler.

Bugün ki aklımla Kelebek Etkisi gibi geri dönsem, annemin 30'lu yaşlardaki haline, kocaman sarılırdım ona ve

"Anne biliyorum! Ütü yapmak, evi derli toplu tutmak, çocuklarını okula temiz göndermek kontrol edebildiğin şeyler. Dışarıdan bakıp seni bunlarla değerlendirecekler ve sana kanaat notunu verecekler, haklısın. Ama bunlarla mutlu olamayacaksın. O en dibe attığın, düşünmekten ve eyleme geçmekten çekindiğin, ertelediğin şeyler seni içten içe kemirmeye devam edecek. Dolayısıyla bırak o elindeki bulaşıkları ve düşün. 10 sene sonra da bu illüzyonu mu yaşamak istiyorsun? Ne kadar dayanacaksın?" ve 
"Hayat senden neler alıp götürecek?" 

Derdim.



Evi derli toplu tutacağım, çocuklarım mükemmel olacak, herkes tertemiz akça pakça, yoksa mazallah elalem ne der, diye diye HARCANAN YAŞAMLAR


İşte bunları görüp anlamak, annelerimize üzülmek ve gördüğümüz olumsuz ve olumlu davranışlardan ders almak...

Emre'yi de beni de ebeveynlikte biraz daha ileriyi düşünmeye itiyor.

50 yaşımıza 60 yaşımıza geldiğimizde harcadığımız bir yaşamdansa birlikte yaşadığımız, deneyimlediğimiz bir hayat istiyoruz biz.






Bunu anneme söylesem "harcamak ne demek sizinle geçirdiğim her an çok güzeldi benim için, yine olsa yine yaparım" der. Aklında bir sürü soru işareti ve gönlündeki kalp kırıklıklarıyla kızılcık şerbeti içtim de der. Doğrudur da. Diyorum ya başka bir zaman ve başka bir ebeveynlik onunki ve 2 tane ayakları yere basan, kendi sorumluluğu alan kız çocuğu yetiştirmiş. Peki ya kendi hayatı? Sadece annelik midir bir kadını ya da insanı tanımlayan. 

Peki ya keyif aldığımız bölümler hayattan. Birlikte gezmediğimiz, yağmurda ıslanmadığımız zamanlar, oturup birlikte resim yapmadığımız zamanlar...

Mesela ben ortaokuldayken annem el işi kurslarına gidiyordu. Salondaki masada dümdüz kumaşın birbirinden güzel renklere büründüğünü hatırlıyorum. Neden bizim de önümüze birer kumaş verip hadi boyayın demediği bir merak konusu bende. 

Kulağa bencil gelebilir ama ben "Koşulsuz Ebeveynlik" dendiğinde bunu anlıyorum. 

Çocuğumuza ebeveyn olarak sonsuz sevgimizi ve desteğimizi vereceğiz. Birlikte gezeceğimiz ama ne ona hayatımızı adayacağız ne de onun bize hayatını adamasını bekleyeceğiz.

Bunun için de sorumluluk almamız, kendimizi eğitmemiz, sonra da Defne'ye sorumluluk vermemiz gerekiyor.

Bütün bunlar için işe 
karar vermekle başlamak gerekiyor,

5 yasında hala ayakkabılarını yerlerde sürünerek biz mi giydirmeliyiz?
10 yaşına geldiğinde hala "çocuğum ayakkabılarını giy" demek istiyor muyuz?
15 yasında odasını nasıl ve ne zaman toplayacağına söylenip söylenip sonunda biz mi toplamak istiyoruz?
18 yaşında hayatta ne olacağını bilmeden üniversitede hangi okula hangi puanla gideceğini biz mi seçmek istiyoruz?
Hangi işin onun için en prestijli olduğuna ne kadar bir maaşın onu mutlu edeceğine?
30 yaşına geldiğinde kiminle evleneceğine, evine ne mobilya koyacağına müdahale etme hakkı mı istiyoruz?
hazır olmadığını düşünüyorsak hangi noktada hazır olduğunu bilecek miyiz?

💜bu soruların tek bir doğru yanıtı yok. Evet-Hayır sorusu gibi görünebilir ama değil. Aslında sadece tercih yapıyoruz. Ve bu tercihlerimiz sonucunda çocuklarımız bir şeyler öğrenerek büyüyorlar... 


Eğer biz sabahları 15 dakika 30 dakika kapıda o ayakkabılarını giysin diye sabredersek 20 ay civarında bu sure 10 dakikanın altına düşüyor şu an bunu bizzat yaşıyoruz ama biz ona müdahale etmeden o arada hazırlanabiliyoruz.

Ona verdiğimiz her karar ve eylemde o bunu başardığı noktada biz ebeveyn olarak özgürleşiyoruz aslında.

Bugün mesela Defne 20 aylık onu giydirdim ve kapının oraya götürdüm ayakkabılarını dolaptan kendi almak istedi tamam dedim aldı ve yere oturdu. Ben gittim, dişlerimi fırçaladım, makyajımı ve saçımı yaptım. O sırada Defne ayakkabılarını giymekten vazgeçti sarı terlikleri elinde yanıma geldi "bunu giycem" dedi "onlarla sokağa çıkamayız. ayakkabılarını giy" dedim. Oturdu terlikleri ters giydi kalktı, yürüyemedi, düzeltti, sonra vazgeçti ayakkabılarını giymeye karar verdi, ben buarada hazırlanmıştım, Emre de Stark'la birlikte dışarı çıkmıştı. Sonra o ayakkabılarını giydi "Bantlarını kapatma mı ister misin?" dedim "hı hı" dedi. Bantlarını kapattık birlikte, evden çıktık, arabaya doğru giderken Emre Stark'la birlikte apartmana girdi biz arabanın yanına gidene kadar yanımıza gelmişti.


Hangi noktada "Anne, Baba ben hazırım 10 dakikadır kapıda bekliyorum" diyecek bilemeyiz ya da belki de hiç öyle biri olmayacak ama biz gerçekten ona "hadi kızım okula geç kalacaksın" demeyeceğiz.

Çünkü istemiyoruz, işte bu da bizi ikinci önemli adıma getiriyor kararlılık.

Bu beni daha iyi anne Emre'yi daha iyi baba yapmadı, yapmayacak. Bundan dolayı ödül almayacağız. 10 sene 20 sene sonra Defne'nin kendi kararlarını alması konusunda hem onu hem kendimizi eğitmiş olacağımız için ona daha rahat sorumluluk verip kendimiz de daha özgür orta yaşlı çiftler olacağız.

En azından umudumuz var. 

Anneannemden anneme, annemden bana miras, kontrol edebildiğimiz her şeyi kontrol etmeye çalışmak.

Şimdi 30 yaşımda düşünüyorum.

Kontrol etmek zorunda mıyım?

Eşimin sabah uyanmasını, işe geç kalmasını kontrol etmek zorunda mıyım?

Ya peki 15 yaşındaki Defne'nin okulunu ya da ödevlerini kendime stres yapmak zorunda mıyım?

Hiç hoşlanmıyordum bir yerlere geç kalmaktan. Aşırı derecede strese giriyordum ve hatta bekletilmekten de. Şimdi bunları yavaş yavaş bırakıyorum. Bir sabah uyanınca bitmiş olmuyor. Ama ihtiyar Duygu yanında iç ses olarak geç kalırsan mahvolursun cümlesini taşımak ve bunu yanındakilere de sürekli yaşatmak istemiyor.


Sadece Defne'yi değil kendimizi de eğitiyoruz aslında bu arada.

Bu zamana kadar bizim de bildiğimiz annemizden, babamızdan geçen bir şey değil bu ebeveynlik ve yetişkinlik tarzı. 

Eğer şu halimizle 10 yıl sonraya ışınlansak her 2 kelimemizden biri hadi olur. Şu anda bunun farkında olduğumuz için değiştirmeye de zamanımız var demektir
😂😂

En son önemli adım da burada devreye giriyor. 


Tutarlılık



Verdiğimiz kararların birbiriyle olan ilişkilerini de düşünmek gerekiyor. Mesela bir lambanın açma kapama düğmesine basmasına şu an güvenlik nedeniyle hayır demeli miyiz? Ya da Bulaşık makinesindeki bardakları kırma ihtimalini düşünerek onu bulaşık makinesinden uzak tutmalı mıyız?

Gelecekte nasıl bir hayat hayal ediyorsak kuralları ve sınırları belirlerken de bunları ön görmeliyiz "Hayır, Hayır mıdır?" diye sorduğum zaman da bahsetmiştim bu konudan. Koyduğumuz kurallar ve sınırlar birbirleriyle uyumlu ve ortama göre değişim göstermeyecek şekilde net olmalı. 

Mesela bebeklerde cep telefonu sağlığa zararlı mıdır? 

Evet

Doktorlar cep telefonu ve ekran konusunda ne diyor? 

2 yaşına kadar ekran ve telefondan uzak durun

Ama uygulamada ne oluyor? 

Eğer yarın sokağa çıktığınızda birinin ona telefon vermesi durumunda engel olamayacaksanız (bu konuda gerçekçi olun lütfen), değişkenlik gösteren durumlar varsa kuralları esnetmeyi değil baştan o kuralı koymamayı tercih etmek en iyisi olabilir.

Telefonu evdeyken yine eline tutuşturmayın ama "Hayır" da demeyin. "Bu benim. Şu an için bununla oynamanı istemiyorum" yeterli ve kolayca tekrarlanabilen bir açıklama olacaktır.

Ayrıca farklı bir zaman dilimindeyiz, onların da bu teknolojiyi öğrenmeleri ve geliştirmeleri için çocuklara uygun oyunlar oynatmak, 3-4 neyse uygun yaş basit kodlama oyunlarıyla tanıştırmak da gerekiyor, uygun çizgi filmler izletmek de gerekiyor bence. Bu konuda favori üçlüm;

2 yaş itibariyle 
Sınırlı sürelerle 
Yaşına uygun 

İnstagramda sormuştum annenizden duyduğunuzda en gıcık olduğunuz cümle neydi diye 

Hepimizin dertleri ortak bırakalım da bari çocuklar için biraz değişiklik olsun :)


07 Ocak 2018

Kara Tahta Boyanı Kendin Yap - Chalk Board Paint DIY


Geçen yıl 1 yaş panoları çok meşhurdu.

Biz o panoları Defne doğmadan çok öncesinde hayatımıza sokmuştuk :)

Hatta kara tahta boyası bile kullanmadan yaptık bunu çünkü ben ilk chalk paint denen şeyi Pinterest'te keşfettiğimde henüz TR'de hiç bir yerde yoktu ve oturup araştırıp kendim hazırlamıştım. 

Şöyle düşünün piyasada envayi çeşit olabilir ama sizin istediğiniz tonlarda bir Chalk Paint yoksa (ya da var fakat fiyatı planladığınız bütçenin üzerindeyse) herhangi bir boya rengi seçip onu istediğiniz gibi Chalk Paint'e dönüştürmek istemez misiniz?



İşte tam bu noktada derz dolgu malzemesi diye bir şey hayatımıza giriyor.

Gittim bir nalbura "Hayırlı işler abi derz istiyordum var mı sizde?" diye sorduğumda adam baya tuhaf tuhaf inceledi beni "N'apcan kızım sen derzle?" diye sordu, dışarıdan tipim baya beyaz yakalıydı herhalde, adam gözlerine inanamadı.

"Abi boyayla karıştırıp kara tahta boyası yapacağız" diyince adam iyice allak bullak oldu :)

Gitti arkadan koca bir paket çıkardı getirdi bu sefer ben cehaletin dibine vurup çaresiz  "Bunun daha küçük paketi yok mu acaba? Bu bize çok bana böyle ne bileyim 2 su bardağı falan yeter herhalde" dedim. Sanırsın keke un yerine derz karıştıracağım.

Adam çaresizliğime acıdı herhalde ki bana açık paketten bir siyah torbaya doldurdu biraz saldı beni.

Şimdi internetten baktım da 1 kg 5 lira gibi bir şeymiş acaba ben ne kadar vermiştim??

Aman neyse ne! İşim görülmüştü. 1 kg 5 lira olan şeyden 20 lira falan almamıştır herhalde. Değil mi?

Konudan çok uzaklaştım sanırım.

Neyse eve geldim, 1 kapta siyah boya ile karıştırdım ve tahtayı boyadım. 

Tahtaları da koçtaştan almıştık hazır kesilmiş baya da uygun fiyatlıydı ama ne kadara aldığımızı hiç hatırlamıyorum. Maksimum 10 lira vermişimdir tanesine, 4 tane almıştık.









İlkini hemen o aldığımız hafta kullanıp bir bebek duyurusu yapmak için kullandık.

Pinterest'te şu fotoğrafı bulmuştum, ondan ilham aldık :)






Hatta yazıyı da ben yazacaktım ama Emre tahtayı katledeceğimi anladığında acıdı halime "Ver hadi ver ben yazarım" dedi


Biliyordum böyle olacağını ama çaktırmayın 😉

Sonra Emre işin içine resmen sanatını kattı.






Sonrasında da Defne'nin 1. yaş gününde tabloları üçledik 

Yine Emre stilinde 

Kaliteci eli değdiği anlaşılacakmış da istatistikler olacakmış da 3 aylık periyotlarda neler yaptığını da yazsınmış falan filan...






Şikayet etmiyorum sonuçtan baya memnunum hatta sonra bunları gidip çerçevelettik şimdi Defne'nin odasında duruyor.


E ne duruyorsunuz,

Malzemeler,

Derz
Akrilik Boya
Fırça (Rulo fırçalar daha iyi oluyor fırça izi kalmaması için)
Kap(Yoğurt kabı falan da olur boya ile akrilik karıştırmak için)
Tahta 
Tebeşir

Biraz da hayal gücünüz.

Sonra da güzel bir anı oluyor