Aradığınız Neydi?

19 Şubat 2018

Hep Aynı Karanlık Hep Aynı Aydınlık! - Kızıma Mektuplar (Yaş 2)




Sana çok güzel şeyler söylemek istiyordum yine bu doğumgününde ama içimden gelmiyor bir tanem...

3 senedir hiç yapmadığım şeyler yapıyorum. Gözümü kulağımı kapatmaya çalışıyorum patlayan bombalara, savaşa giden daha ergenliği bitmemiş çocuklara, açlık grevinde aylarını geçiren öğretmenlere, tacizlere, öldürülen kadınlara her şeye... Bazen başarılı oldum bazen denk geldim ve okudum. Parçalandım özellikle son bir haftadır okuduğum haberler beni mahvetti.

Aklımın almadığı vicdanımın kabul etmediği şeyler oldu çocuklara...

Kimseye kendimi anlatmak ya da açıklamak zorunda değilim ama sana anlatmak zorundayım. Ne hissettiğimi ve bu hislerimle baş etmeye çalışırken ne kadar zorlandığımı...

Yetişkin bir kadın olduğunda, belki bir gün anne olmayı seçtiğinde dünyanın karanlığı seni ürkütmesin diye özellikle de...

Şöyle şeyler okuyorum sosyal medyada:

diyorlar ki;

"Bizim zamanımızda bu kadar karanlık değildi dünya bu kadar kötü insanlar yoktu. Her şey daha güzeldi. Biz masumduk, biz büyüdük ve kirlendi Dünya"

Sana da söyleyecekler...

Hayatın daha karanlık bir yer olduğunu, daha kötü bir yer olduğunu, eskiden daha iyi olduğunu, bu kadar çok kötü şeyin olmadığını söyleyecekler...

Aslına bakarsan umudunu elinden almaya çalışacaklar çünkü bu en kolay baş etme şekli.

Öbür türlü çözüm bulmak için bir şeyler yapmak lazım. İnsanlar her zaman kolay olanı yapmaya meyillidirler sucu bir şeye atarsın ve biter...

Çözüm bulmak, nedenlerini nasıllarını ortaya koymak, bunun üzerine düşünmek zordur. Çaba, cesaret ve güven gerektirir.

Zaten de konunun bununla alakası yoktur. Yani zaman geçtikçe daha kötü olmamıştır hiçbir şey.

Düşünsene bir, ortaçağda kadınları cadı ilan edip yakıyorlarmış

Kazıklı voyvodalar, pedofili kilise çalışanları, bakire kurban eden yaşlı(!) ve bilge(!) ve ulu(!) kişiler...

2. Dünya savaşında emir aldik diyip insan derisinden abajur yapmislar, insanlari yakip kule sabuna çevirmişler.

Benim dedem senin anneanneni hicbir yere göndermezmiş, çiçi arkadaşlarına kalmaya gidemezmis.

Ben hatırlıyorum ben de gidemezdim. Anneannen hep sorardı "babası kim ne iş yapıyor?" Hep maddi durumla ilgili zannederdim "Banane ya babası ne iş yapıyor? Sormadim" derdim o da gidemezsin derdi ben bağırır çağırır kızar susardım. Sinirlenirdim gidemedim diye. Anneannen de muhtemelen benimle bu karanlık konulardan nasıl bahsedecegini bilemediği için aman canim bugün kızar yarın geçer nasıl olsa derdi.

Halbuki tek derdi canından çok sevdiği kızlarını korumaktı.

Ben de seni korumaya çalışacağım ama korkutmaya değil.

Korku insanı ele geçirdi mi düşünme mekanizmasını da ele geçirir. Düşünme mekanizması bozulan insan bir süre sonra çözümsüz kalmaya başlar.

Yani kızım korkunun ve korkutmaya çalışanların seni ele geçirmesine izin verme

İnsanın içinde hem iyi hem kötü var.

Senin de öyle...

Bir baba ile ilgili bir haber okudum darma duman oldum dedim ya.

Konu sadece babanın eşine yaptığı ya da kızına yaptığı ya da annenin kizina yaptığı değildi beni darma duman eden.

Orta cağda kalmasi gereken bir takim insanlarin nefesini ensemde hissetmemdi. Verin bana sunu soyle işkence ederim diyen komşu teyzeydi, idam gelsin diyen bakkal amcaydı, oldurelim diyen sokaktan geçen liseli cocuktu.

Demistim ya insanın içinde hem iyi hem kötü var diye, kötünün bu kadar kolay ortaya çıkabiliyor olması korkuttu beni. Siradan insanlarin bu kadar kolay canavara ait soylemlerle canavara tepki veriyor olmalariydi beni korkutan

Ama dağıtan yine tam olarak bu değildi.

Sucu isleyene sempati besle, empati kur ya da üzül diye değil ama düşün o da bir gün bebekti ve çocuktu ve bu suçu isleyecek canavara dönüştü. Sen de hasta, ben diyim cani. Ne yaptığı şeyi affettirir ne çekmesi gereken cezayı hafifletir.

Ben eşini düşündüm. Hastalığında, yatağında kemoterapi alırken yaşadığı çaresizliği düşündüm. Kızına mi baksın, ölüp gideceğine mi üzülsün, kızını arkada bıraktığına mi yansın, kızını korumaktan aciz olduğuna mı?

Ama bu da tam olarak değildi.

Bu olaylar olup biterken bunun gidişatını değiştirebilecek kaç insan temas etti bu aileye diye düşündüm. Bu kadar hasta bir adam evlenmeden önce vukuatı olmaması mümkün değil.

Bir canavarın büyüdüğü ev neye benzerdi acaba? Annesi babası nasıl insanlardı? Ya peki onun ilk okul öğretmeni? Arkadaşları da mi yoktu? Kaç insan tanıyordu bu canavarı da hepsi bu durumu görmezden geldi. Evleneceğini duyduklarında ne yaptılar? Düğünleri olmadı mı?

Bir gecede bu adam bir vampir tarafından ısırılıp dönüşmesi ya olduğu şeye.

Peki ya komşuları?? Bu kadın onca işkenceyi çekerken hiç mi sesi çıkmadı? Kaç kişi duymazdan geldi çığlığını?? Kaç doktor bilip de bilmemezlikten geldi? Kac sağlık personeli söylendi de "ya bak sana yardım edecek yerler var yalniz degilsin kendine değilse kızına acı" demediler mi?

Hiç mi taniyani, bileni, seveni, düşüneni yoktu bu insanların?

Bu cani yapacağını yaptıktan sonra asalım, keselim, öldürelim demesi çok kolay. Zor ve dogru olanı o bebeğin başına bir şey gelmeden olayın gerçekleşme ihtimalini ön görüp engellemek.

Yasa istiyoruz, idam istiyoruz diye bağırıyorlar ya o da beni darma duman etti. Sence bu kadar sapkın ve hasta bir canavarı hangi yasa insan eder ya da hangi yasayi bilmek onu durdururdu?

Yasalar olsun. Tabii ki nikahlı olduğu için eşine tecavüz etmeyi hak gören, eşini çocuğunu döven, şiddet uygulayan her kimse cezasını alsın.

Ama esas ihtiyaç olan bu suç işlenmeden bunun kök nedenlerine inip onu değiştirmek diye düşünüyorum. Yoksa böyle olmaz.

Çiçek aşısı gibi bir şey olmalı. Bugün iyileştirmek için ilk adımları atmalıyız ki 100 yıl sonraki yaşayan insanlar bu yaşadıklarımızı bırak yaşamayı, anlayamasınlar bile.

Sana bu kadar karanlık bir not bırakmayı istemezdim diyemeyeceğim.

Bir fikir var aklımda belki ben başaramazsam sen başarırsın diye yazıyorum sana bunları.

Sana bunu anlatıyorum ki bil kızım bu kötülükler dün de var bugün de var yarın da olacak. Yaptığımız seçimlerin sonucu iyi veya kötü olacak her zaman için.

Bil istiyorum. Bil ve ona göre hem kendini koru hem de biri sana "Bizim zamanımızda her şey daha iyiydi büyüdükçe kirlendik" falan dediğinde "Kötülük hep oradaydı. Önemli olan tüm kötülüğe rağmen iyiyi ve doğruyu yapmak" diyebilecek cesareti içinde bul

Bir de eğer bir çözüm gelirse aklıma uygulamaktan korkma.

Bu zamana kadar çözülmemiş olması senin de çözemeyeceğim anlamına gelmez hiçbir zaman.

2. Yaşın kutlu olsun.

Ben yine de sana boğazım düğüm yüreğimde bir öküz hiç aklımda yokken en tatlı olanından bir Ac tırtıl sahnesi yarattım.

Eteğini kendim yaptım, beyaz tişörtün üstünü kendim boyadım resimlerini yaptım.

Herkes de bana yardım etti.

Şanslıyız. Biz ne istersek isteyelim gerçekleşmesi için uğraşan bir aileye sahibiz.

Belki bu şansı başkalarına da ulaştırırız ne dersin?

Buyumeni 4 gözle bekleyen ama bir yandan da hep küçük kal isteyen annen

2. Yaş günün kutlu olsun

Seni seviyorum

eDde's


14 Şubat 2018

Sevgililer Günü Neydi?





Emre ile 2008 yılının Ekim ayında tanıştık.

İkimizde uzattığımız okullar umurumuzda olmadan kazandığımız 3 kuruş parayla milyonlarca harcamışız gibi yiyip, içip, gezdiğimiz zamanlarda yaptığımız her şey düşünülmeden romantizm, aşk ve heyecan içeriyordu.

En lüks ve özel olanı bize ait olan günlerde yaptığımız Kadıköy Karga’da bir şişe şarap ve kremalı tavuklu makarna kaçamağıydı.

Her gün Karga ya da Hera’da olmamızın hiçbir önemi yoktu. Eğer bize özelse Karga ve Şarap ve Makarna kaçınılmaz 3’lüydü bizim için çünkü “Peki şimdi biz neyiz?” sorusunun cevabını birlikte Karga’da bulmuştuk.

O zaman aklımızda ne uzun süreli bir ilişki hayali, ne birlikte yaşamak, ne birlikte tatile çıkmak, ne de evlenmek vardı.

Sadece o anda yaşamak, arkadaşlarla eğlenmek, aşktan mı alkolden mi belli olmayan sarhoşluk, sabahlara kadar dans ve bir gün sonrasını düşünmeden o an birlikte olmak vardı.

Saatlerce süren telefon konuşmaları, muhabbete dalıp Kadıköy’den Göztepe’ye nasıl geldiğimizi bilmeden yürümek(parasızlıktan da olabilir mi acaba?), birbirimizi tanımak, Emre’nin arkadaşlarının bu çocuk hiç konuşmazdı demesi ama Emre’nin hiç susmaması, benim arkadaşlarımın bu cadı hiç susmaz başın ağrımıyor mu demesi ama benim Emre’yi dinlemekten hiç sıkılmamam…

İşte bunların hepsi aşka dairdi.

İlk 14 Şubat buluşmamızda Kadıköy’de saçma sapan bir kafede bana kendi kara kalem çalışması olan gülü vermişti.

Hayatımda aldığım en güzel hediyeler listesinde ilk 10’a girerdi. 
Zaten ilk onun yedisi falan onun hediyesi oldu bu kadar zamanda.
Ondan önce benim için aşkın ömrü 3 yıldı. Sonra 3 yıllık ilişki üzerine nişanlılık, üzerine evlilik…

Sonra bir gözümüzü açtık ki bu 14 Şubat’ta 4 yıllık evli, 3 yıllık köpekli, 2 yıllık da bebekli ve 10 senesini tamamlamak üzere bir çift olarak romantizm kavramımızı oldukça değiştirmişiz.



Mesela geriye dönüp baktığımda en romantik şey sıralamasında istediğim minibook’u aldığı ve bana uğraşıp didinip sürpriz bir doğum günü partisi hazırladığı 2015 yılı mı daha mı romantik yoksa 2016 Ocak ayında ayaklarımı göremediğim için doğum günü sabahında çoraplarımı giydirmesi mi daha romantikti hiç bilmiyorum.

Çünkü ikinciyi neredeyse 6 hafta her gün yaptı.

Hamileliğim boyunca ve sonrasında evi süpürmesi, Defne’yi fıtığına rağmen kucağında uyuttuğu geceler, Beni çekiştirmesin diye Stark’ı gezdirmeye başlaması (ve bu sorumluluğun tamamen çeşitli sebeplerden onun üstüne kalması), Bana bir kez bile “Bugün de mi makarna?” dememesi ve hatta bazen sen çok yorgun görünüyorsun bugün makarnalar benden demesi…

Ve daha sürüp gider…

Varsın bir çiçek de almayıversin? 

Benim zorumla da olsa hiç istemediği halde bir cumartesi günü çam ağacı alması değil midir zaten bunca seneden sonra aşkımızı ayakta tutan?

Sevgililer günü, kapitalist düzen ıdı bıdısı yapmayacağım. Tabii ki insanın sevdiğine, sevgisini göstermesi iyi hissettiriyor. Sadece bu son 10 yılda Emre ile birlikte sevgi neydi sorusunu gerçekten farklı şekillerde yanıtlarken buluyorum kendimi. 

Sevgi ve romantizm, gerçekten ekranlarda ve instagramda ve gözümüze giren her yerdeki gibi bir şey değil. Sadece sosyal medyada fotoğraf paylaşmakla ya da en büyük yüzüğü almakla ya da güller göndermekle göstermeye indirgenecek bir şey hiç değil.

Bize birinin gül alması yerine gül değil de papatya sevdiğimizi bilecek insanları bulmamız gerektiğini unutturmaya çalışıyorlar gibi geliyor zaman zaman.

Özel hissetmemiz için gerçekten pırlantalara ve kırmızı güllere mi ihtiyacımız var?

Bu 14 Şubat için şöyle bir düşünce var aklımda,

❤Eğer ilişkinizin ilk 3 ayını tamamladıysanız ve ayrılmayı düşünmüyorsanız
❤Eğer evliliğin ilk 1 yılını tamamladıysanız ve ayrılmayı düşünmüyorsanız
❤Eğer ilişkinin ya da evliliğin 3 yılını tamamladıysanız ve ayrılmayı düşünmüyorsanız
❤Eğer bir çocuğunuz olduysa ve ilk 2 yılı atlattıysanız ve ayrılmayı düşünmüyorsanız
❤Eğer 2 çocuğunuz var ve her şeye rağmen ayrılmayı düşünmüyorsanız

✌💞Birlikte olmak için bolca sebebiniz var demektir 

Ona da sorsam acaba "Bana bu sevgililer gününde ne hediye aldın?" diye sormamam olabilir mi mesela?

Zaten en romantik şey hayatın önümüze getirdiği tüm zorluklara rağmen sevmeye ve birlikte kalmak istemeye devam etmek değilse nedir ben hiç bilmiyorum.

Bu akşam için annemler Defne’ye bakacaklarını söylediler.

Biz de iyiymiş o zaman dedik. 
Az önce aradım birazdan çıkıp geleceğini söyledi.
Ben de ona akşama sinemada çok romantik bir film varmış ona gidelim dedim
“Maze Runner – The Death Cure”
Siz ne sanmıştınız? 😁

Sevgililer gününüz kutlu olsun
💗

08 Şubat 2018

Çocuklarıma Notlar - Ruhun Dengesi




Fotoğraf: 15 Ekim 2017 / Işıklı Gölü - Çivril - Denizli
Bugün rüzgarsız ve sakin bir gün... 

Bak nasıl dağ ve sudaki aksi tıpatıp aynı gözüküyor... 

İnsanlar baktığında dağı görürler ama aslında sudaki yansıması olmayan bir dağ olmanın pek de şiirsel bir tarafı yoktur. Yani dağ ile aksi birlikte anlatılmaya değerdir... 

Tıpkı insanlar gibi... 

Ruhu olmayan insanların anlatılacak masalları olmaz ki...

Hava her zaman bugünki gibi güneşli olmayacaktır... 

Bazen dalgalar çıkacak, fırtınalar kopacak, sudaki yansıma bulanıklaşacak, rengi değişecek... 

Bazen dağ suya bakacak, kendini göremeyecek bir hale gelecek ve sonra bir gün yine güneş açacak bulutlar dağılacak dağ ve sudaki yansıması kusursuz dengede buluşacaklar... 

İşte ancak böyle böyle insan kendi masalını yazdığını anlar kızım... 

Kötü ve zor diye düşündüğün yollar seni sen yapar, olgunlaştırır... 

Dilerim önüne çıkan engeller konusunda aynı bu dağ gibi dimdik ayakta durursun ve fırtına bitip aksine kavuştuğun zamanlarda kırılan dalların yerine ağaçlar yetiştirirsin ruhunda kızım...

16 Ekim 2017 - Instagram  - #Defneyenot

01 Şubat 2018

En İyi Hali Karnımdaki Hali mi Acaba?





Hamile kalmadan hamilelikle ilgili uzaktan yakından alakam ya da herhangi bir bilgim yoktu. 

Ama sağ olsunlar ben hamile kalır kalmaz herkes bu konuyla ilgili engin(!) tecrübelerini aktarmaya başladı. O kadarki baba olmuş iş arkadaşlarımı geçtim, baba olmamış, hatta yakın çevresinde baba arkadaşı olmayan, hatta yakınında tanıdığı tek baba kendisininki olan biri bile bana bir şeyler öğretmeye çalışmıştı. Hem de normal doğumla ilgili.

O kadar bilgili ve ısrarcıydı ki "Siz kaç kez doğum yaptınız?" diye sormak zorunda kalmıştım.

32. haftaydı galiba Emre'ye doktoru fıtık için bir ilaç vermişti. O nasıl bir ilaçsa Emre alır almaz uykuya geçiyor ve mümkün değil uyandırılamıyordu.

Bir gece bacağıma kramp girdi banyoda ve orada kaldım uzunca bir süre. Bağırıyorum, yok bacağım açılmıyor, Emre duymuyor yani o an doğuruyor olsam siz düşünün halimi 😱

Bunun üstüne ben oturup kurmaya başladım.
Ya gerçekten doğum başlamış olsaydı?
Nasıl gideceğim hastaneye?
Ambulans çağırsam Emre'yi ne yapacağız?
Tek mi gideceğim hastaneye?

En son karar verdim. En mantıklısı ambulansı arayacaktım ve


"Ben doğuruyorum eşimde bayıldı acil 2 sedye lütfen" 


Arada sırada burnum tıkanınca birden hamilelikteki burun tıkanıklıkları gelir aklıma. Sürekli kuru, nefes alamıyor gibi. En yakın arkadaşım okyanus suyuydu. Tabii beni alıştıran bebeğim, eminim komşuları da kendi gelişine alıştırıyor olacak ki ben burun tıkanıklığından horlayıp duruyordum. Ama ne horlama. Sadece bitişik komşular değil site içinde herkese ulaşmış olma ihtimalim var horultumla.

Kendi horultumdan korkup uyandığımda olmadı değil.

Hamilelikte de uyumuyor insan ama herkes şöyle diyor "bu ne ki? Şimdi o doğsun sen o zaman gör uykusuzluğu" Gördüm gördüm. Hamilelikte dahil 18 ay hiç uyumadım. Sağ olun bana kolay uyku yöntemlerini anlatmak yerine sürekli "Bu ne ki?" dediğiniz için. Niye bana kimse süpürge ya da kurutma makinesi sesinden bahsetmedi ya da youtubedaki playlistlerden.

Ben bundan sonraki doğum yapacaklar için söylüyorum şimdi. Uykusuzluk dert ama çözümsüz değil. En kötü ihtimalle mutfağa gidip aspiratörü açıp uyutabilirmişiz. 


Hamilelik çok heyecanlı kabul. Kaç santim oldu, bugün döndü, yarın amuda kalktı.... Ama ya peki dünyaya geldiğindeki diğer ihtiyaçları ne olacak. Doğumu da biz yaptırmayacağımıza göre bebeğin gelişimi de sağlıklı gidiyorsa takibdoktorumuza bırakıp, güvenip doğum sonrası konulara odaklanabilirmişiz mesela. En iyi kitap ve blog okuyabileceğimiz zamanlar onlarmış. Montessori yatağına değil de felsefenin kendisine zaman ayırmakta yarar varmış fırsat varken. Nedir ne değildir? Ebeveynlerin kendilerini nasıl değiştirmeleri gerekiyor? Bebeklerin gelişirken esas ihtiyaç duyacakları şeyler neler?


Ben yapamadım bana kimse de böyle bir öneriyle gelmemişti. Ben hepimiz için yazıyorum :)


"Ah tatlı yorgunluklar" diyorlar ya bazen, kaburgamı kırmak üzere olan bir ayakla nefes alma savaşı verirken yani tam da hayalimdeki gibi değildi hamileliğin tatlı kısımları.


Hamilelik ve doğuma o kadar takmıştım ki bir gece 38. haftada bir ışık yandı kafamın içinde.

"Ben bu bebekle bir kaç gün sonra eve geleceğim. Ne olacak? Bu çocuk ne yer ne içer? Nasıl emzireceğim? Yıkayacak mıyım? Onunla ne yapacağım hakkında hiç bir fikrim yok!"


Nasıl bir rahatlıksa o, ulvi bir güçle sanki her şeyi doğurduktan sonra öğrenirim kafasındaydım o ana kadar.


Zembille inecekti çünkü bana bebekle birlikte!

Normal doğum yapmaya kafayı taktığım için, o zamana kadar hep pozitif doğum hikayeleri eve alışveriş listeleri, çocuk odası ihtiyaçları...

Uzar gider bu liste...


Lohusalık ne? Yenir mi o?

Aman bir şey olmaz yaa?
Uykusuzlukla ilgili biri bir şey söyledi mi de kulaklarımı tıkıyor ve evrene olumlu mesaj gönderiyordum. O olumlu mesajları Stark yedi sanırım :) Bknz. Kolik Defne

Beynimde ışık yanan gece, uykum da kaçtı oturdum deliler gibi okumaya başladım. Sabaha kadar çünkü annelik delilikse hamilelikte bir ön delirme safası değil mi zaten?

Yeni doğan banyosu nedir?

Nasıl emzirilir?
Süt sağma makinesi zorunlu mudur?
Göbek bağı falan filan...

Ama yetişkinler ihtiyaca bağlı öğrenirler. Okuduklarıma pek anlam veremesem de genel anlamıyla sanki Defne doğduktan sonra beynimin içinde varlığını bile bilmediğim bir oda açıldı ve o odadan bir bebeği tutmaktan, altını değiştirmeye, yıkamaktan beslemeye milyon tane bilgiye bir anda erişim sağlandı. Okumasaydım ne olacaktı acaba? Hiç bilmiyorum.

Biri bir usb stickle beynime o bilgileri copy pastele aktarmış gibiydi.


Tabii hastanedeki yeni doğan eğitiminin de önemi büyük. Yani sanırım.


Ben o eğitimi tamamen unutmuşum. Bir gün fotoğrafların arasında gezerken bir video gördüm.


Bir küçücük kırmızı bebek, pembe formalı bir hemşirenin elinde suyun altına tutuyorlar, tatlı tatlı da anlatıyorlar, işte şöyle yapacaksınız, böyle kurulayacaksınız, saçını şöyle yıkayacaksınız...


Aaa! Bir baktım bir kadın var orada. Aynı bana benziyor ama benzemiyor da sanki. Böyle şişmiş de sanki havası kaçmaya başlamış balon gibi. Gözler ışıl ışıl ağız kulaklarda ama


"Aradığınız beyne o anda ulaşılamıyor sanki" deli gibi bir şey


Neyse bu ulvi güç olan okuduğum da bilinç altımda kalıp beni bir şekilde farkında olmadan eğiten son dakika kurtarıcısı bloglara teşekkür etmeliyim

Blogcu Anne - Bütün annelerin aynı şeyleri yaşadığı ve yalnız olmadığımı hissettirdiği için


Bebek Yapım Bakım Onarım - Tomris'in emzirme Notları - Emzirme sürecinin başlarda sandığım kadar kolay olmayacağını zamanla ve sabırla öğrenildiğini adım adım yazdığı için


Manyak Anne - Annelerin arada kısa devre yapmasının normal bir şey olduğunu ve mühendis eşin kafa çalışma sistemine beni farkında olmadan alıştırdığı için (Hala 2. çekmece olayına gülüyorum belki kendisi bile hatırlamıyordur yazıyı)


Mama Natural(youtube) Hiç üşenmeyip tüm normal doğum macerasını ve sonrasını da paylaştığı için


Bir de tabii ki Emre'ye.


Bana

" Duygu bu bir insan yavrusu. Hayatta kalma iç güdüsüyle doğdu. O nedenle temel güvenlik önlemlerini aldıktan sonra korkmamıza gerek yok. Bir şekilde tehlikede olduğunu anladığında eğer başka bir sağlık sorunu yoksa bize mutlaka haber verecektir."
dediği için.

Aylarca değil, sadece bir kaç haftacık hiç hiç uyumadım, ya duymazsam diye Emre sayesinde. Her şeyin ilkini birlikte yaptığımız için, ben tırnaklarını kesemediğimde o bu işi devraldığı için, hiç bir konuda "ben anlamam ki" demediği için ve daha bir çok şey içinde.


Şimdi en azından canımı acıttığında (bu ara bir vurma huyudur gidiyor bununla ilgili de yazacağım fırsat bulur bulmaz) en azından karşımda onunla konuşabiliyorum. Kaburgama ayağını sıkıştırdığında konuşsam da ne faydaydı yani. Mide bulantıları, sürekli uyuma istekleri, ha doğurdum ha doğurucam stresi, gelse de görsek özlemleri, o ortada yokken uyuyamama, sürekli ya tuvalete gitme ya da kaçırdım mı acaba korkusu olmadan gayet güzel oldu :)



Siz ne düşünüyorsunuz? Karnımızdaki korunaklı halleri mi? Yoksa büyümesini izlemek ve onunla birlikte öğrenmek mi?