Çalışan Kadın Duygu vs. Ev Kadını Duygu





Bu yazıyı çalıştığından dolayı vakti zamanında vicdan azabı çeken "KENDİM" (canım ben) ve çalışmayı çok sevdiği halde çocuğuna, evine, eşine, hayata hakkıyla zaman ayıramadığını düşünen arkadaşlarım, sizin(canım siz) için yazdım.



  • Evde oturan Duygu deli gibi temizlik yapar. Dağınıklığa tahammülü azalır Defne'nin uyuduğu tüm zamanı ya temizliğe ya da dizi izlemeye ayırdığı için akşama kadar beyni akar her 2 aktivitede; birinde yorgunluktan, birinde suçluluk duygusundan (çünkü evde dizi izlemek aynı zamanda verimsiz geçen bir gün demektir performans kriterlerine göre) sevgili evin beyi işten eve geldiğinde negatif enerjisini hunharca eve gelenin üstüne salarak kötü bir akşam geçirmelerini sağlar
  • Çalışan Duygu'nun işten eve birlikte gelindiği için asgari düzeyde iş yapma hakkı vardır. Haftasonları birlikte evin temizliğine girişilir. Sehpalar mı tozlanmış yerde Stark'ın tüyleri mi kalmış, "ne olmuş, ne önemi var yani?" moduna geçilir. Günün yorgunluğundan da zaten evin dağınıklığı falan insanın ruhuna batmaz olur. Battı mı da tam batar bir bakmışsınız bir haftasonunu komple temizlik yaparak geçirmiş tüm aile bireyleri. Yakında Stark'ın patilerine uygun bir mop tasarlarsak hiç şaşırmayın temizlik konusunda bir tek ona iş yaptıramıyoruz çünkü şu anda :)

  • Evde oturan Duygu günde 3 bazen 4 öğün sofra hazırlamak zorundadır. Zira kendi yemek istemese bile evde sağlıklı beslenme düzenini takip etmesi gereken bir bebe vardır. 3 öğün yemek demek günde en az 1 bazı günler 2 kez bulaşık makinesi doldurup boşaltmak demektir ve Duygu kişisinin en nefret ettiği işlerin başında bulaşık makinesi boşaltmak geldiği için yemek yapmak artık bir rahatlama aracı olmaktan çıkıp, mutfak bir cehennem, yemek yapmak en büyük günahların telafisi için yanmak zorunda olduğun kazan olur. Zaten yaz sıcağında evde yemek yapmak da ocak ve fırın çalıştırmana bağlı olarak cehennem sıcaklarını hiç arattırmaz
  • Çalışan Duygu için eve geldikten sonra ,eşlerden biri yemek yaparken (eve artık aynı anda giriyoruz) diğeri sofrayı hazırlar, salatayı falan yapar bir yandan mama sandalyesindeki bebeyle şarkılar söylenirken öbür yandan o gün içinde olan acayip olayları tartışırlar. O günki iş yorgunluğuna göre çoğunlukla keyifli bir akşam yemeği yendikten sonra BLW'den batan yerlerle ve sofrayla eşlerden biri ilgilenirken öbürü bebenin üstünü başını temizleme gerekliyse banyo yaptırma ve diş fırçalama gibi kişisel bakım ihtiyaçlarını karşılar. 


  • Evde oturan Duygu sosyalleşmeyi çok sever ama sosyalleşecek ruh halini zamanla kaybeder. Evde oturulan süre arttıkça sosyal Duygu'da sosyalleşme kavramından gittikçe uzaklaşır. Evde otururken yapmak istediği bir çok şeyi yapamadığını fark ettikçe de kendine daha çok kızar.
  • Çalışan Duygu günde 5 öğün net sosyalleşir. Sabah kızını kreşe bırakır kreşteki öğretmenlerle görüşür sosyalleşir. Simit-Peynir alır simitçiyle sosyalleşir. İş yerinde iş arkadaşlarıyla kahve içer, toplantı yapar sosyalleşir. Akşamüstü kızını alırken velilerle görüşür sosyalleşir. Akşam yemeğinde "Günün nasıl geçti?" sorusuna "Evi topladım, yemek yaptım, bulaşık makinesi, çamaşır, Defne hiç durmadı, Stark sokaktaki köpeklere havladı saksıyı kırdı..." söylenceleri dışında anlatacak bir şeyleri olduğundan Eşiyle sohbet eder sosyalleşir.

  • Evde oturan Duygu her gün sokağa çıkma ve gezme fikrini sevdi ve hep erteledi. "Yarın şunu yaparım." "Bugün de olmadı ama yarın kesin giderim" böyle böyle günler geçip gitti ama o tek başına kalkıp da hiçbir yere gitmedi Her gün çocuklar hava alsın diye dışarı çıkmak zorunda olmasaydı koltuktan bile kalkmayabilirdi.
  • Çalışan Duygu'nun günleri verimlidir. Her gün kalkar, sabah evden iş için çıkar, haftasonları için program yapar. Gününün her saatinin kıymetini bilir. Mesela bir yere mi gidilecek o an gidilir. "Bugün çok yorgunum yarın mı gitsek?" sözünün bir anlamı kalmaz çünkü zaten her gün bir diğerinin aynısı olacağı için yarın daha yorgun olmayacağını kim bilebilirki. Ertelemek anlamını yitirir ve yapılması istenen her şey zamanında yapılır

  • Evde oturan Duygu çok az kitap okur, çünkü kitap okuyacak milyorlarcaaağğğ zamanı vardır, çok az araştırır, çok az öğrenir. Defne uyanıkken onunla zaman geçirir ama kafasındaki gibi etkinlikler de yapmadıkları için yetmez daha çok mutsuz olur. Stark'ı her gün tarayamaz mutsuz olur. Uyuyabilse akşamlara kadar uyur. 
  • Çalışan Duygu üretkendir. Zamanı azdır ama zamanı çok olduğu hallere göre çok daha verimlidir. Az zamanda çok iş yapar.Kitap okur, müzik dinler, oyun oynar evde şarkı söyler. Daha mutludur. Eşiyle daha denktir. Çocuklarına daha sabırlıdır. Daha sosyaldir. Evde oturup bu saydıklarını yapabilen insanlara aşırı derecede imrenir ama o evde oturduğunda üretken olabilen insanlardan değildir. Sabah onu erken yataktan çıkaracak ve sokapa atılmasını sağlayacak bir motivasyona ihtiyacı vardır.

Bu liste uzar gider. Bu benim hikayem tabii ki. Bazı noktaları size uyacak bazıları ise uymayacak. Ama mükemmel annelik ya da kadınlık diye bir şey olmadığını hep birlikte kabul edebiliriz bence. Az zamanda çok iş yapmak diye bir şey var kesinlikle. Neredeyse 6 ay evdeydim. Bu arada tonla gezdim annem ve kardeşimle uzun süre İstanbul'da kaldım. Sonra 1 aya yakın Altınoluk'taydım. Bu civarda da baya gezdik. Ama hep benim ruhumda eksik bir şeyler vardı.

İstanbul'da çalışan kadın olmak çok çok çok zor bir iş her gün çocuğunu evde bırak sabahın köründe yollara dökül gece yarıları eve gel. Unuttuğumuz çok kritik bir şey kendi koşturmacamızda. Bu çocuklar çok hızlı büyüyor. Baksanıza çoktan 19 aylık oldu bile. Ve şu an ihtiyacı olan şey evde tüm gün benimle oturmak değil. Sosyalleşmeye ihtiyacı var kendi yaşıtlarıyla birlikte.

Ayrıca evde otururken farkında olmadığım şu yukarıda anlattığım şeyler işte. Evde oturunca da dışarda çalışmaya alışmış insanlar olarak oturamıyoruz. Ve ruhumuz kendine iş yaratıyor. belki uzunca bir süre oturunca alışıp bu yeni düzene de uyum sağlıyordur insan da hadi ama. Çalışmak ve üretmek gibisi yok. Evde oturunca üretilmiyor mu demeyin lütfen. Tabii ki üretiliyor fakat ben burada en başında da anlattığım gibi kendi hikayemi anlatıyorum. Yani çalışan anneler artık bir suçluluk duymayı bırakabilir diyorum :)

Çalışmaya başlayınca anladığım bir küçük nokta daha var.

Ben sınırları belli çizgilerle yaşarken hayatı, çok daha üretken oluyorum.

Çerçevenin genişliği önemli değil.


Sınırsız zamanlarda kayboluyorum

Çocukluğumuzla alakalı olabilir mi acaba? Hani o yarış atı nesil var ya hep bir sonraki hedefe odaklanarak 5 ila 18 yaş arasını geçirmiş, sonrasında da otomatik olarak o hedef tahtalarını hep kendi kendine yaratmış.

Bence tam olarak bundan mütevellit, kendime bir hedef tahtası bulduğumda, az zamanda çok iş yapabiliyorum ben. 

Yazı da yazıyorum, kitap da okuyorum, film de izliyorum, eşimle de çocuklarımla da tatmin olduğum zamanlar geçiriyorum. 


Önemli olanda bu değil mi zaten? 

Kişinin yaşadığı hayattan keyif alabilmesi. Kaçırdığımız önemli nokta ise keyif alabilmeyi hep sahip olacaklarımıza bağlıyoruz. Elimizden olmayana odaklandığımızda da sanki elimizdekiler bize iyi gelmiyormuş, yetmiyormuş gibi hissediyor ve mutsuz oluyoruz.

İşlerinizi eğer seviyorsanız ya da bir işiniz olmasını, işinizdeki arkadaşlarınızı, tamam. Artık suçluluk duygusunu rafa kaldırabilirsiniz. Çünkü evde oturduğunuz zamanda tatmin olamama ihtimaliniz çok yüksek. 


Ben o kötü dönemlerde işimden ayrılmaya karar verdiğimde bana Direktörüm demişti ki 

"Duygu bu zor zamanlar geçecek. Tekrar çalışmak isteyeceksin. Kendini anlatman gerekecek istersen burada bu dönemi atlatman için sana yardımcı olabiliriz."

Bu cümlelerin şu anda bile bende yaratığı şükran ve minnet duygusunu tarif etmem mümkün değil. Şanlıydım kısa da olsa onun ekibinde yer aldığım için. 

Ve yine şanslıydım ki işe dönmeye kendimi hazır hissettiğim zamanda iyi bir fırsat çıktı önüme

Şimdi bir de aynı durumda olanlar için şunu söylemek istiyorum. Eğer ruhunuz sıkışık, hiçbir yere sığamıyor ya da çok kötü bir zamandan geçiyorsanız ve içinde dönüp durduğunuz bir sarmalınız varsa belki de döngüyü kırmak gerekiyordur. 

Yani belki de evde benim olduğumdan daha mutlu olursunuz kim bilir. Bazen de insanın anlaması için yaşaması gerekiyor. 

Yazımı çok sevdiğim MÖ 2000'li yıllarda yazılmış Hitit'lere ait yazıtın bir bölümü ile kapatmak istiyorum

Kesin bir kadın yazmış

Bakın o zaman bile insanlar o sıkışmışlık hissini yaşıyorlarmış ve değiştirmek için cesaret gerekiyormuş demek ki.

Çok da büyütmeyelim değişimi,


“Tanrım,
Bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için
cesaret, değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmek için sabır ve 
ikisi arasındaki farkı anlayabilmek için de bilgelik ver.”

Popüler Yayınlar