Aradığınız Neydi?

21 Mayıs 2017

Mesai Trafiginde Bir Bebek





20 Şubat 2017 Tuzla


Bu fotoğraf biraz karanlık çünkü bu sabah 5:45 te çekildi... #DefneUzun un çantalarını, kahvaltılıklarını hazırladım, onu uyandırdım, gider gitmez uyumaya devam edeceği için pijamalarını çıkarmadan üstüne bir kat daha polar giydirdim, ana kucağına yatırdım emziğini verdim oyuncak ayısını yanına koydum ve babasıyla evden çıkışını izledim... giderken ona süt iznimin bittiğini ve biraz daha geç geleceğimi de söyledim... Boncuk boncuk bakıp kalkmaya çalıştı, o arada da Emre sepetini aldı ve çıktı... Daha 1 yaşında ve mesai saatlerine göre yaşamaya başladı bile... okul değil mesai... bizimle birlikte uyanıyor akşam anca 8 de yemeğe oturduğumuz için o saate kadar bekliyor bunu öngördüğüm için gece uykusu saati 3 aylık olduğundan beri 21-22 arası şimdi biraz daha ileri gidecek belki de bir anneye sahip olduğunu unutmasın diye 😂
Onun normali bu... Anneme çok kızmıştım, özellikle ortaokul ve lisedeyken İstanbul'dan Altınoluk'a taşındığı için. O da istememiş taşınmayı ama şartlar falan filan... Şimdi geriye dönüp yaşadığım çocukluğu hatırlayınca bana nasıl bir hediye verdiğini aslında daha iyi anlıyorum, her şeye rağmen...
İstanbul'da yaşamak maddi ve manevi bu kadar maliyete gerçekten değiyor mu diye sorgulama halindeyim çoğu zaman...
Etraftaki herkes ya mutsuz ya da olduğu hayatı sorgulamadan yaşıyor...
Zaten sorgulayabilen insanlar için mutlu olmak genel olarak hiç kolay değil...
******************* 



Yukarıda okuduğunuz yazı bundan neredeyse 3,5 ay önce Defne 1 yaşını doldurduktan ve Bronşiolit geçirdikten tam bir kaç gün sonra yazıldı. Ben bir çok insana göre çok iyi bir işe sahipken ama Defne sabahları babası ile birlikte çıkıp 5:45 te anneannesine gitmek zorundayken.

Yazdığım yazıyı değiştirmeden paylaşıyorum. 
Buraya sadece eklemek istediklerim var. 

Şikayet ettiğim şey hiçbir gün çalışmak olmadı. Aksine işe gitmek beni hep iyileştirdi. Bir kadın olarak ekonominin içinde olmak, para kazanmanın verdiği güç ve bağımsızlık duygusu bana hep iyi geldi.

Şikayet ettiğim şey İstanbul'da, bunu her gün, hepimiz için insanlık dışı koşullarda yapıyor olmamızdı. 

Çok uzun mesai saatleri(9-18 den bahsetmiyorum, yolda geçirdiğim süre, fazla mesailer, evden çalışmak zorunda kalmalar da mesaiye dahil),

Trafik,

Evde aldığımız sorumluluklar,

Kendimize ait hiç bir özel saatin ve hobinin ol(a)maması ya da bunun için de çok fazla efor sarf etmek zorunda kalmamız,

Dinlenme zamanlarının bile İstanbul'da trafik ve kalabalıkla kalitesizleşmesi,

Stres, öfke ve buna bağlı yorgunluk ve tahammülsüzlük.

Bebeklerin daha bu kadar küçükken anneden ayrı kalmak zorunda kalması ve bunun annenin ruhunda ve bedeninde oluşturduğu hasarlar. (Bknz. Uykusuzluk, suçluluk duygusu, aynı anda beynin hem evde hem işte tam kapasite çalışıyor olması) 

Bunun dışında özellikle çocuk yetiştirirken bir anne olarak ona örnek olmak için de çalışan bir kadın olmayı hep tercih ettim (hayal ettim) 

Şu an onunla birlikte evde oturduğum zamanlarla ilgili de çalışan arkadaşlarım size şunu söylemek istiyorum. Şu an çok pembe düşünüyor olabilirsiniz evde oturmakla ilgili :)
Evde oturduğunuz zamanlarda da "kaliteli zaman" olmuyor her dakikanız.
Evde oturunca ev işi 3e katlanıyor kahvaltı hazırla, sofra topla, bulaşıkları yerleştir, süpürge yap derken şu dağınıkları da topla, uyusun uyansın, öğle yemeği, bulaşık topla, oyun oyna, banyo yap, atıştırma, bulaşık topla, uyusun uyansın, akşam yemeği saati. Ev işi 3 mü demişim 5 katına çıkıyor daha çok zaman alıyor. Evde olmak anneyi dinlendirmiyor daha da çok yoruyor bir de kendimi olduğumdan daha değersiz gibi hissetme kısmı var ki (saçma ama yine de öyle hissediyorum) o da işin ayrı boyutu.

Bu hafta 2 kreş ile görüşeceğim. 
Defne'ye de bana da iyi geleceğini biliyorum.
Bakalım ne olacak.

Sevgiler,

eDde's




19 Mayıs 2017

Yeni diş yolda! - O zaman Çilekli Dondurma

2017 Kadıköy - Anneanne evi


Ilk dişi hiç kolay gelmeyen çocuğun diğer dişleri de kolay gelmiyormuş...

Beni yine kandırdılar...

Hani geç gelirse kolay geliyordu?
Her biri bir öncekinden daha ateşli, daha sancılı geliyor. 

Neyse en azından her acıyı diş zanneden tecrübesiz anne yok artık 💪

Bu sefer acının en şiddetli olduğu an sadece buzluktaki diş kaşıyıcı değil bir de çilekli dondurmamız vardı

Malzemeler ( 1 yaş üstü bebekler icin)


Ebebekten aldığım 4lu dondurma kalıpları 

5 orta boy çilek (cilek çok kuvvetli bir alerjen 1 yaşından önce kesinlikle önerilmiyor. 1 yaşından sonra ilk kez yedirmeden önce cildine biraz sürüp deneyebilirsiniz)

Bir çay bardağı süt ( 1 yaşından önce inek sütü önerilmiyor süt de alerjen. )

1 tatlı kaşığı bal (Bal da 1 yaşından önce verilmez)


Malzemelere alternatif ( 1 yaş altı bebekler icin)


6 ay öncesi diş çıkaran bebeklere sadece anne sütü dondurarak verilebilir

Anne sütünü tatlandirmak isterseniz doktorunuza danisarak 8 aydan sonra kuru kayısı, kuru üzüm ya da ayına uygun meyvelerle blenderdan geçirip dondurabilirsiniz.


Ve sonuç 












10 Mayıs 2017

Oyuncağa mı Yoksa Anne Babaya mı İhtiyacı Var?

Aşağıda okuyacağınız yazıya bundan yaklaşık 3 ay önce daha kardeşim kaza geçirmemişken Defne'nin doğumgünü gelmemişken ve ben İstanbul'da yaşayıp Gebze'de bir beyazyakalı olarak çalışırken başlamıştım fakat zamansızlıktan ve çok fazla yere aynı anda yetişmem gerektiği için bitirememişim... Yazıyı olduğu gibi hiç değiştirmeden ve tamamlamadan o gün ki ruh halimle paylaşıyorum ki o gün hissettiklerimi sizinle olduğu gibi paylaşabileyim diye. Bu niye böyle yarım kalmış demeyin lütfen :)


Selam,
2017 Tuzla
Eskiden hediye dendi mi heyecanlanırdım.
Eskiden dediğim de ortaokul, lisedeyken çok da eski sayılmaz öyle ne o yaşlılar gibi :)
Bir şeyler almak daha mı kolaydı? Para daha mı kolay birikiyordu? Hediye seçmek için daha mı çok zamanımız vardı? Sebep neydi bilmiyorum ama o hediye de gerçekten bir anlam olurdu. Düşünülmüş, özenilmiş, uğraşılmış
Şimdi hediye paketleri bile standart, genelde kıyafet alınıyor, ihtiyaç ve işe yarama düşünülüyor. Biz mi yaşlandık acaba? Bir de hobi ya da özel ilgi alanı içeren hediyeler bir pahalı oldu. Özel ilgi alanımızı bile trendler belirliyor zaten. Boyama kitapları gibi mesela geldi ve geçti.
Kardeşimin bu konudaki çabası inanılmaz... yılbaşı, doğum günü gibi özel günlerde kendi elleriyle oturup hediye hazırlıyor hala. Ben de hep niyetlenip niyetlenip sonunda kendimi çok katlı bir alışveriş merkezinin %70 indirdik tabelalarının altında hediye seçerken buluyorum. Soğuk, ruhsuz, sanki değersiz ve bir zorunluluk gibi. Tabii bunda en büyük neden zamansızlığın haricinde artan maaşlara rağmen nasıl oluyorsa azalan cepte olan nakitler. Borçlu doğduk, borçsuz öleceğiz kredilere ve kredi kartlarına yaptıkları ölüm ay pardon hayat sigortaları sayesinde neyse ki(!)
Neyse biraz içinizi açabildiysem(!) konuya geri dönebilirim. 
Milyonlarca oyuncak var bir çocuğa alabileceğimiz artık. Çocukları eskiler şanslı görüyorlar. Ben öyle görmüyorum maalesef. Suyun içinde zıpladığım anneannemin bahçesinde kelebek koşturduğum, anneannemin çiçekleri sulamasını, bize pişirdiği keklerin evin içine yayıldığı, akşamları dedemlerle birlikte en az 10 kişiyle kurulan domatesin mis gibi koktuğu, hastalanmadığımız, yediğimiz her şeyin zehir olmadığı daha az paranoyak, daha az kaygı endişe bozukluğu içeren daha mutlu bir çocukluk hediye etmeyi isterdim Defne'ye bu oyuncaklar yerine.


2017 Tuzla
Alışveriş merkezindeki oyuncaklarda oynayan çocukları görüyorum. Aileleri onlarla zaman geçirmek için onları alışveriş merkezine götürüyorlar. Hem evin ihtiyacı hem üst baş hem de çocuklar eğlensin diye.
Yaratılmış bir ilüzyon var ortada...
Sanki o oyuncaklar da olunca çocuklar daha mutlu olabilir zannediyorlar. Aslında öyle değil. Ne kadar acı. O çocuklar evde oturmaya razı. Tek istedikleri dinlenmek ve önemsenmek. Çocuğu oyun parkına götür sen telefonunla ilgilen o orada türlü şebeklikler yapıyor ama yorgunluktan, ama zamansızlıktan, ama ilgisizlikten görme çocuğu...
2017 Tuzla


Eve geldiğimde akşam yemek zamanı Defne'yi mama sandalyesine koyuyorum mutfak kapısının önüne bir yandan onunla konuşuyorum bir yandan yemek yapıp sofra falan kuruyorum...
Bazı akşamlar bir anda Defne mama sandalyesinde avaz avaz bağırırken kendime geliyorum.
Muhtemelen bir süredir kafamın içindeki gürültüden onu duymuyorum o da dikkat çekmeye çalışırken helak oluyor...
Bir de bunun işte 3 sene sonraki, 5 sonraki halleri var ki şu anda beni korkutuyor... 
Beni anladığı ve analiz edeceği zamanlarda ne yapacağım bu kronik yorgunluğu? İlgisiz büyüyen bir çocuk olmasını asla istemiyorum onsuz geçirdiğim zamanı ona pahalı oyuncaklar alarak da...
En sevdiği oyuncağı annesi, babası ve Stark'ı olsun istiyorum... o nedenle


2017 Kadıköy - Anneanne Evi

      *** 

İşte böyleyken böylee...

Bunları hissederken 3 ayda hayatımın bu kadar değişmiş olması iyi bir şey sanırım.

Her şer'de bir hayır vardır sözünün anlamını yaşayarak öğrendim.

Hayatın gerçekten farklı bir mizah anlayışı var!

Sevgiler,

eDde's

08 Mayıs 2017

Firinda semizotlu omlet


edde's mutfakta


Taşındık...

Mutfak falan yerleşti ama ben de bittim bu arada.

Bir bebek, bir patili sadece yeni ev değil, bir de yeni şehir...

Geldiğimiz gün cuma olduğu ve 3 gün tatil olacağı için daha önceden doğalgaz randevusu almistik. Fakat adamlar gelip baktı, ocağa giden boru eskiymiş. Bir tesisatçı çağırın sonra tekrar randevu alın dedi gitti.
Neyseki burası istanbul değil. Randevu aldın mı hemen geliyorlar ama araya 3 günlük tatil girdi. Tabii ki daha azını hiç ummamıştık zaten

Kahvaltıya buradaki arkadaşlarımıza gidiyoruz, diğer öğünler dışardan geliyor falan idare ettik. Bu sefer sabah erken çıkıyoruz, geç geliyoruz zaman kaybetmiş oluyoruz. Bir an önce de evi yerleştirmek lazım, yaşanır bir hale gelmesi için, cocuklarla cok zor diger turlu. Aklıma bizim fırının elektrikli olduğu geldi neyseki ( 1 bebek ve 1 köpekle insanın başı dönüyor. Ne olmuş unuttuysam! Çok zamandır kullanmıyordum hem, Hih!)

Defne'nin kahvatısı için fırında bir şey denemeye karar verdim

Evde yumurta vardı semizotu ve domates, daha önce ocakta denediğimi bir de fırında deneyeyim dedim

Toprak kaselerin içine semizotu yapraklarını ve doğranmış domates, üzerine de biraz zeytinyağ döktüm. Kaselerin üzerini alüminyum folyo ile kapattım ve 5 dakika ısıttığım fırına koydum. Yumurtayı çırpıp 5 dakika sonra da kaselere onu döküp tekrar alüminyum folyo ile kapattım. 10 dakika sonra alüminyum folyoyu açıp tekrar fırını kapattım ki üstü azıcık kızarsın. Toplamda 20 dakikada falan pişiyor.
edde's mutfakta


Saate bakmayı unutmusum :)
Defne ac kurtlar gibi çığlık çığlığa uluyordu o sırada.

Defne bu pişene kadar geçen zamanda okadar cok araştırmalık yemiş ki tıkanmış yiyemedi ama ben hem onun tabağını hem kendi tabağımı sildim süpürdüm.

Aynısının bir de peynirli ve biberlisini yaptım o da muhteşem oldu.

Buarada bu tarz tarifler bakarken sinir oldum yine. Zaten doğalgaz açılmamış evde yemek yapmak için fikir arıyorum. Yazıyorum fırında enginar diye her şeyi önden ocakta pişirmişler.
Niye arkadaşım niye fırına koyduğumuz her malzemeyi önceden ocakta soteliyoruz? Her şeyi ocakta yapacaksak niye fırını açıyoruz?Açmayalım! Yapmayın lütfen, harcadığınız yağa yazık, önce kızartıp sonra fırına atmayın. Bizim işyerinin yemekleri de böyleydi. Guvecte yemek diye çıkartırlardı her şey önceden yağa atılıp kızartılmış öyle konmuş fırına yağ içinde yüzüyor. Alüminyum folyo kullanın, fırın torbası kullanın illa zamanı kısaltmak istiyorsanız ama yağa bulamayın yemekleri lütfen :)








01 Mayıs 2017

Bebekler Havuza Girebilir mi?



Bu konuda da oldukça farklı fikir ve uygulama var etrafta.

Defne ilk geçen yıl denizle tanıştığında 4 aylıktı. 4 aylık olmasının sebebi bizim anca tatile çıkmamızdı ve denizin o zamanlarda ısınmasıydı :) Eğer Defne 40'ını Haziran ayı içerisinde doldurmuş olsaydı 2 aylık tanışırdı bence :)

Bazı kaynaklarda bebeklerin 6 aydan önce deniz ya da havuza girmesinin önerilmediği, bebekler çok küçük olduğu için mikroba bünyelerinin daha açık olduğu yazıyor.

Mide bağırsak enfeksiyonları, idrar yolu enfeksiyonları, genital enfeksiyonlar, kulak, göz, cilt enfeksiyonları, üst solunum yolu enfeksiyonları havuz gibi ortak kullanım alanlarından kapabilecekleri hastalıkların bazıları.

Biz ebeveyn olarak en başında Defne'yi mikroplardan korumak yerine olabildiğince serbest bırakarak yetiştirmeye karar vermiştik. Evde köpeğimiz de olduğu için kimyasal temizleyicilerden, sirkeli suyla yeri silme olayına çok önce başlamıştık zaten. (Kimyasallar mikroplardan çok daha zararlı) Defne emeklemeye de başlayınca asgari düzeyde evi temiz tutmaya özen gösterdik ama onu kısıtlamadık.
Anne sütü aldığı dönem bebeklerin bağışıklık sisteminin en yüksek olduğu dönem. Bu dönemde ne kadar çok bakteri, mikrop vs. ile tanışıklık sağlarsa bağışıklık sistemi de o kadar güçleniyor.




Bu mantık doğrultusunda Defne'yi gönül rahatlığıyla 4 aylık olduğundan beri denize sokuyoruz. Denizin mümkün mertebe sakin ve ıssız olduğu yerleri tercih ediyoruz. Denizin üstünün temiz ve berrak olmadığı günlerde denize sokmuyoruz. Bir de ağzı burnu denizin içine girmesin diye titizlenip, her denize girdikten sonra da yıkayınca zaten bu enfeksiyon risklerinin bir çoğunu devre dışı bırakmış oluyoruz. Mikroplardan bir şekilde bebeğimizi korumak mümkün. Ama kimyasallar için aynı durum geçerli değil.

Gel gelelim konumuz havuz. Geçen sene oturduğumuz sitenin kendi havuzu vardı bu yüzden de heyecanlı ebeveynler olarak şu bebeklere özel yüzme derslerine falan bakıyorduk. Tabi taze ebeveynler öyle kendi heyecanlarına kapılıp kendi kendilerine böyle kararlar veremeyecekleri için bu konuyu doktorumuza sorduk. bu yukarıda saydığım mikrop konusundan çok daha farklı bir neden koydu önümüze.

Havuzların hijyeni için kullandıkları kimyasallar ve fazla miktarda kullanılan klor bile, bebekler çok savunmasız oldukları için zarar verir dedi. 

Biz de bu bilgilerden sonra gerekli önlemleri alıp denize girdik ama Defne'yi hiç havuza sokmadık henüz. 

Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Şu yeni moda boyundan simitler, bebekler için olan yüzme sınıfları ve trendler bebeğin havuza girebileceği yönünde ama doktorlar farklı risklerden bahsediyor.

Risk almaya değer mi?



Sevgiler,

eDde's